20 Mayıs 2019 Pazartesi

Ne Demek KarşıFest’te Gelmiyorum!


Karşı Lig’in  bir sezonu daha  geride kaldı, Eril Kültür ve Şiddet’e pek çok gol attık, yeterli olmadığının farkındayız, daha çok top süreceğiz, daha çok paslaşacağız. Şimdilik  terli formalarımızı yan tarafa bıraktık. Kolları KarşıFest için sıvadık. Hummalı bir halde hazırlık yapıyoruz.

Bu sezon da dünya ve memleket sathında pek çok çirkin şeye tanık olduk. Kifayetsizlikler erdem diye sunuldu.  Bunlara rağmen Karşı Lig çizgisini bozmadı. Yine sözünü söyledi,  eylemini yaptı. Haksızlık karşısında boynunu bükmedi. Hem oynadı hem kafa tuttu.

Hafta sonu bizim gibi makbul olmayanlarla yan yana geliyor. KarşıFest örgütlemeye çalışıyoruz. Yoldaşlar çalışıyor.

Karşı fest bu yıl bir ilk olacak. Hem biraz kendimizden bahsedeceğiz, hem dostlarımızın üretimlerini paylaşacağız. Herkesin kendi saksısında  büyüttüğü çiçekleri bir bahçeye toplayacağız.

Çocuklar oynayacak, müzisyenler söyleyecek, topçular topun peşinden koşacak, kitapçılar fikirlerini serecek, kooperatifler ürünlerini sunacak, fikir insanları sunum yapacak, çay içilecek, vegan köfte pişirilecek, ip atlanacak, çuval’da zıp zıp zıplanacak. Fanzinler  kendine yer bulacak. Yürüyüş yapılacak. Her takım kendi bağlamına uygun kareografiler oluşturacak. Fotograf sergisini atlamayalım. Yüz boyama, drama gibi etkinlikler yapılacak. Sokak tiyatrosu, dans, konser hepsi hepsi olacak…

Futbol, Beach Volleybal’u unutmayalı, sevdalıları telaşa sürüklemeyelim.

Vallahi yoruldum daha fazla sayamayacağım.

Karşı Lig herkesi 26 Mayıs’ta Kalamış’a davet ediyor. Sevdiklerinizi alın gelin gari.

            Birlikte düşünelim, birlikte oynayalım …

            Pazar günü görüşmek üzere...

                                                                                                             Bom MorLey

17 Mayıs 2019 Cuma

Sen Uçmayı Hatırla

         Maç son derece çekişmeli gidiyordu. Penaltı olmuştu ya, bu zamana kadar iyi direnmiştik. Kalecinin penaltı tedirginliği… Bildiğim klasik yöntem bu sefer işe yarayacak mıydı? Yaradı. Sağa doğru yattım, ayaklar beni yanıltmadı, topu ağlara gitmekten kurtardım. Takımımın kaderini kurtardım.

         Bir dakika bir dakika, dedi; ne kaderi? Şampiyonluk maçında bir penaltı kurtarmış gibi hissedebilirsin kendini, oysa topu tutarken neyi yitirdiğini bilmeli.

         Beş dakika sonra kollarımın arasından kayan top süzüle süzüle ağları kucaklarken ben kendime kızıyordum. Bu kadar iyi oynadığın maçta neydi bu gol işte, neydi? Sonra defans, işte yapılıyor hata, yine karşı karşıyayım karşı takımın golcüsü ile, bana ne atsın golü, bir gol daha yemiş oluruz, zaten yenilmedik mi çoktan? Sonra bir gol daha. Gol yedikçe değil ama vazgeçtikçe silindi sahadan, penaltıda vazgeçmeyen tedirgin bir kaleci olan ruhum.

         Bir dakika, bir dakika dedi yine. Sonra itirazlar derli toplu yükseldi. Sağ taraftan hücumdaydı karşı takım. Bir hata üzerine bir hata, üzerine bir hata da karşı takımın başka bir hücum oyuncusundan, topu kollarımın arasında buluyorum bu sefer. Kurtaran ben miyim beni kurtaran hücum oyuncusu mu, bilmiyorum. Aklıma bir şimşek çakıyor aniden.

         Denizde derine daldıktan sonra başını suyun üzerine çıkartan o deli nefes alma özlemi gibi, şöyle bir kendime ve sahaya bakıyorum. Top hala kollarımda; sahada benle beraber yirmi küsür oyuncuyuz, bir kaç da izleyen var başka takımlardan. Teller arasından tanıdıkları görüyorum. Kuş sesleri gelmeye başlıyor uzaktan.

         İşte böyle bir andı, sanıyorum. Gol yememiştik ya, önemli olan gol olup olmaması değildi. Vazgeçmemekti. Kendini başka bir oyuncunun suretinde görebilmek. Kendime bir golcünün suretinde bakabilmek. Bir takıma başka bir takımdan bakabilmek.

         Bir hata, bir hata daha iki hata. Birbirini götürmedi, ama benim oyunda kalmamı sağladı. Ve oyunda oldukça, “her yeni saniye başka bütün diğer saniyelerin başlangıcıdır; dostluk da dayanışma da işte o saniyede kazanılmalıdır”- güzel bir şiirin kötü bir tercümesi, ama öyle.

         Velhasıl, gol yedikçe daha güzel gol yemeyi öğreniyor insan. Bir oyuncu iyi oynuyorsa diğerinin de iyi oynamasını teşvik edebiliyor sırayla. Sonra diğeri, sonra diğerleri böyle tek tek olmaktan çıkıyor, kolektif bir meseleye dönüşüyor sahada olma hali. Sonra takım olmayı öğreniyorsun. 

         Takım olmayı bir kaleden diğerine gol atmakta unutmuş olabilir bir kaleci. Çekişmeli bir maçta kurtardığı penaltı da işe yaramayabilir. Hata üstüne hata üstüne hata yapılan bir maçta rastgele bir kurtarış ise her şeyi tepetaklak edebilir. Önemli olan kurtarmak değil, sen uçmayı hatırla demiş bir şair.

         Karşı takımın sağdan soldan gelen şutları ve azimli kurtarışlara rağmen atılan golleriyle fark açılırken düşen takımı toparlamak için, uçmanın yanında şarkı söylemeyi de, şiir yazmayı da öğrenmiş kaleci. Hırsına yenilmiş bir takımı yenmenin en güzel yolu onu hırssız oynamaya zorlamakmış. İşte bir karşı ligi oluşturan tek ölçüt zaman.

            En güzel yenilgi henüz tadılmamış olandır. En güzel maç henüz yapılmamış olandır. En iyi takım karşı takımın gönlünü kazanmış olandır. 

                                                                                                    Higuita Gibi Kaleci

16 Nisan 2019 Salı

Dünya Mantarlar Ülkesi


Yine rüzgârlı bir pazar sabahı. Notre Dame katedralinin yandığı pazartesi gününden önceki pazar günü. Bunun ne alakası var acaba rüzgarla? Neyse. Rüzgâr hep esiyor buralarda. Mont Ventoux yani Rüzgâr dağı ismini laf olsun diye taşımıyor. Gerçekten rüzgâr hep esiyor. Bazen kuzeybatıdan Rhône nehrinin vadisini izleyerek soğuk ve kuru bir rüzgar gökyüzünü bulutlardan temizliyor gibi. Çok garip uzun mercimek şeklinde olan bir iki bulut kalıyor - rüzgâr onların içeriden geçiyormuş, onları yerinden edemiyormuş. Etraflarında gökyüzü masmavi parlıyor. İşte o günlerde 'Mistral'var diyorlar insanlar. Mistral rüzgârın ismidir. İsmi maestro yani 'usta' sözünden geliyormuş. Rüzgâr usta. Güzel değil mi?

Burada, yani Fransa'nın güneyinde, insanların az konuştuğu ama daha unutulmamışı bir dil var - Occitan dili. Onun da farklı ağızları var. Benim kaldığım bölgede Provençal ağzı konuşuluyormuş. Köylerin isimleri hem Fransızca hem Provençal yazıyorlar. Onun dışında ben bugüne kadar sadece birkaç şive ve argo sözlerinde fark ettim. Farklı yönlerden gelen, farklı özellikleri taşıyan rüzgârlara değişik isimler Yunanca'da da varmış - Türkçe'de de belli oluyor. Lodos mesela, değil mi? Doğa'nın olaylarının farklı isimlendirilmesi dillerin en güzel taraflarından birini ortaya çıkıyor bence. Ama aslında bunu anlatmayacaktım, aslında Mistral rüzgârı kuru bir hava getiriyor - gitar yapmak için ideal durum. Gitar yapmak için hava kuru olması gerekiyor, yüzde 40 civarında. O yüzden cumartesi günü bir gitarın arka kapağını yapıştırmak, yani kutuyu kapatmak için atölyede geç vakte kadar çalıştık. Aslında bunu da anlatmayacaktım. Nereden nereye.

Aslında o rüzgârlı pazar günü kendimi biraz yorgun ama mutlu bir futbol sahanın kenarında bulduğumu anlatacaktım. Yani beş aydır dünya erkek futbol şampiyonunun ve bu yaz kadın futbolunun dünya kupasını konuk edecek ülkesinde kalıyorum ve hiç futbol oynayan görmedim. Böyle bir şey olabilir mi? Birkaç hafta önce araştırdım, bir kadın futbol maçını buldum, gittim - erkek maçı çıktı. Geçen pazar yine araştırdım, gittim ve güzel bir kadın futbol maçını izledim. Rüzgâr çok güçlü esiyordu ve bazen top havadayken yönünü değiştiriyordu. Oyuncular için zordu bence, ama belki alışıklar. Arka sahada bir erkek maçı vardı. Çok bağırıyorlardı. Yerel iki takım arasındaki derbi maçıymış. Taraftarlar, oyuncular, teknik direktörleri kavga modundaydı. İğrençti. Kadınların maçı güzeldi, sakin, biraz sıkıcı, ama en azından kavga yoktu. Maç bitince burada da oyuncuların aralarında yumruklu kavga çıktı. Ben de çıktım gittim. Neyin kavgasını ediyorlar ya? Karşı Ligi ve Forza'yı özledim. Elimizde çok kıymetli bir futbol dünyası var (yaratanların ellerine, ayaklarına ve yüreklerine sağlık) - kiliselerin yandığı, oyların sonsuza kadar sayıldığı, her tarafın duvar yapıldığı bir dünyada hem temiz rüzgâr gibi hem rüzgârdan korunan bir bölge gibi. Anlatabiliyor muyum?

A bir de - Fransızca ve Türkçe'de 'champion' yani 'şampiyon' kelimesi, mantar manalı 'champignon' yani 'şampinyon' kelimesine yakınlığı bir tesadüf mü?

                                                                                                 Christina Müller

14 Mart 2019 Perşembe

Karşı Lig : Nereden Nereye?


Kadıköy forumlarının, işgal evlerinin, birbirinden farklı topluluk ve oluşumların bir araya gelmesi, aktüel meselelerde birlikte çalışması bir yerden sonra ortaklıklar artınca, paylaşımlar çoğaldıkça konu futbola kadar uzadı.  “ Endüstriyel futbol anlayışına karşı yeni bir lig kurabilir miyiz?” diye bir düşüncenin  doğmasına ve bu fikrin giderek anlam kazanmasıyla 2014 yılında “Endüstriyel futbola, ırkçılığa, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe, her türlü nefret söylemi ve ayrımcılığa KARŞI LİG” kuruldu.
                Yeldeğirmeni Dayanışması içinde yer alan insanların bir kısmı bir kaç yıldır Kalamış’ta düzenli futbol oynuyorduk, dayanışma kurulunca ve yanıbaşımızdaki metruk bina işgal edilince mahalledeki insanlarla da oynamaya başladık. Göçmen çocuklar, eskiden Yeldeğirmeni Spor Klübünde  oynayan, ama şimdi Dallas birahanesinde takılanlar ve mahalleli çocuklarla bir araya gelmek ve  top oynamak, vakit geçirmek hızlandı. Benzer bir arayış Caferağa Dayanışması’nda vardı, sabah koşuları, egzersizler giderek Cafer İdman Yurdu gibi bir takımın doğmasına neden oluyordu. Birkaç yıldır Gazoz ve Efendi Liginde oynayan Spartakistanbul ve bir taraftar grubu olan Vamos Bien’in varlığı ve pek çok topluluk lig kurmak için uygun bir zemin oluşturuyordu. Dayanışmalarda bir araya gelenler, şimdi sahalarda inip alternatif bir lig kurmak istiyordu. Bunun için diyaloglar kuruldu, herkes tanıdığını aradı, çağrı yapıldı ilk toplantı Don Kişot İşgal Evinde yapıldı.

En çok zorlandığımız konu hiç birimizin karma lig deneyimimizin olmamasıydı. Çıkacak zorlukları nasıl aşacağımıza dair kaygılardı. Gerçi kadın, erkek her kimlikten insan Gezi ile birlikte, barikatlarda, çadırlarda, parklarda, forumlarda, işgal evlerinde bir araya gelmiş, yüzlerce iş, tartışma, etkinlik, eylem kotarmıştık hep birlikte. Şimdi bunu bir de sahalarda deneyelim diyorduk.

Bir deneme: Turnuva

Şiddetten, rekabetten uzak, her türlü kimliğin ve farklılığın birlikte oynayabileceğimiz bir lig arzuladık. Lig’i başarıyla inşa etmek için bir deneme yapmak gerekti. Bir günlük turnuva organize etmeye karar verdik. 7 takımın katılımı  ile 9 şubat 2014’de Kadıköy İstanbul Anadolu Lisesi’nin halı sahasında maçlar oynandı. Turnuvaya şu takımlar katıldı.Cafer İdman Yurdu, Koz Maça, Moda City, Moda Utd., Spartakistanbul, Vamos Bien, Yeldeğirmeni Delileri.

Bize Bir Lig Verin Çocukluğumuza Dönelim

                Her takımda bir kadın oyuncu olma şartı vardı. Turnuva, sertlik, küfür ve rekabetten uzak mücadele içinde gerçekleşince lig kurma fikrimiz güven pekiştirdi. Toplantılar sıklaştı, Lig kurma işi hız kazandı. Öncelikle ligin çerçevesini belirleyecek bir manifesto, ilkeler bütünü gerekiyordu. Oluşturuldu. Bir logo tasarlamak gerekiyordu Faruk Terzi şu an kullandığımız logoyu tasarladı. Saha bulmak, sahanın büyüklüğüne göre takım kadroları oluşturmak gerekiyordu. Büyük sahaların hiçbirinde yer yoktu. Lig’i oluşturanlar işgal etmek için boş alan arayışını dillendirmeye varacak kadar cüretliydi. Hatta boş, kullanılmayan, saha olabilecek yerlere baktık. Nede olsa zaman işgal zamanıydı. Yeldeğirmeni Dayanışması katılımcıları olarak her hafta Kalamış’ta oynadığımız için orasını önerdik. İki saha yan yana olduğu için organizasyonun aynı gün içinde birkaç saatte bitebilmesi mantıklı bulundu. Ama paralı oynamak istemiyorduk. Kadıköy Belediyesi ile görüştük. Her sezon sosyal bir proje yapmak şartıyla, sahanın parasız olması, projenin maddi kısmı Lig takımlarından karşılanması sağlanacak şekilde teklif sunduk. Kadıköy Belediyesi teklifi olumlu buldu. Oyunumuzun kuralları saptandı. Biraz çocukken sokakta oynadığımıza benzesin istiyorduk. Tüm katılımcılar canlı, heyecanlı önerilerle, ortak akılla kolaylık sağlayan kuralları saptadık. Hakemsiz olacaktı, kart olmayacaktı, oyuncu faul dediğinde faul olacaktı, kimse tellere çarpmasın diye taç olacaktı, taç ayakla ve kısa kullanılacaktı. Küfür kesinlikle yasaktı. Sertlik hoş karşılanmayacaktı. Maç iptalleri hoş karşılanmayacaktı.

Bir başka konu ise, karma lig olacağına göre kadın oyuncu sayısı tartışması yapıldı, kota olmalı mı olmamalı mı?  Sahada 7 oyuncu bulunduran bir takımın en az 1 kadın oyuncusu olmak zorundaydı. Her takımın kadrosunda en az 3 kadın olmalıydı. Bugün pek komik gelen bu durum o gün için birlikte oynayabilir miyiz gibi bir tedirginliğin ifadesiydi. Caferağa işgal evinde yapılan bir toplantıda bazı katılımcılar kadın erkek birlikte oynamanın riskli olduğunu, sadece erkeklerden oluşan bir lig önerdiler. Toplantının çoğunluğu bu itirazı anlamlı bulmadı. “Birlikte futbol oynanabileceğini iddia ediyoruz ve bunun mümkün olabileceğini göstermek istiyoruz” diye karar verdik.  Kadrolar geniş tutulmalıydı. -asgari 14 azami 20-   Çünkü her hafta herkes gelemeyebilirdi. Çoğu çalışan ve bir yerlerde faaliyet yapan insanlardan oluşuyordu Lig.

Sosyal medya Lig hesapları kuruldu. Çağrı yapıldı. Takımlar oluştu. Aynı dönemde Kazova işçileri Küba ve Bask bölgesi için forma tasarlamışlardı. Karşı lig için de formaların dayanışma amacıyla Kazova’da yapılması kararlaştırıldı. Fakat yapamayacaklarını söylediler. Her takım antrenman yapmaya başladı, formalar tasarlamaya başladı, her oyuncu sevdiği, değerli bulduğu isim formasına nakşetti. Fikstür çekildi ve Lig 15 Mart’ta başladı.

Başlama Vuruşu

Uzun zamandır uyumakta olan Berkin Elvan 11 martta uyanamadı. Bunun üzerine lig’de açılışı “erteleyelim mi ertelemeyelim mi” konusunda tartışma çıktı. Maç öncesi Berkin’i anma yürüyüşüne karar verildi. Aynı zamanda Defacto’ya karşı bir eylem örgütlendi. Bangladeş’te 5 katlı bir bina çokmüş binlerce tekstil işçisi ölmüştü.Temiz Giysi Kampanyası aktivistleri ile birlikte yürüyüşe katılarak Bahariye’de bulunan Defacto mağazasının önünden geçerken basın açıklaması sırsında Defacto’ya kırmızı kart gösterdik. Eylem Mehmet Ayvalıtaş Meydanından Kalamış’a yürüyüş, sloganlar eşliğinde,  renkli şekilde sürdü. Berkin için sloganlar atıldı, endüstriyel futbol aleyhine sesler yükseltildi. Diğer sloganlar “ İsyan, Devrim, Karşı Lig”,  “Reddet, İşgal Et, Yeniden İnşaa Et” idi.

İlk sezon 15 Mart 2014’te 13 takım ile başladı. İlk sezonda Cafer İdman Yurdu, Forza Yeldeğirmeni, Kuzguncuk Bostan Celtics, Badem Spor, Vegan Spor, Çapultura, Spartakİstanbul, Vamos Bien, Yalınayak, Direnişçi, Moda United FC, İstanbul United, St. Karga takımları yer aldı.  
                                                              23 Nisan’da Yeldeğirmeni’nde sokakta çocuklarla futbol oynandık, sonra “Cinsiyetçiliğe, Milliyetçiliğe ve Endüstriyel Futbol’a Kırmızı Kart” futbol forumuna katıldık.

Sadece Top Oynamıyoruz

Sadece haftada bir futbol oynayan değil, aynı zamanda toplumsal ağları genişleten, mücadele çabalarına güç veren, yeni bir soluk, yeni bir kültür oluşturma yönünde bir algı sonucunda 14 Haziran’da “Çocuk Şenliği” yaptık. 100’lerce çocuğun katıldığı etkinlikte, uçurtma yapma, sokak oyunları, kütüphane, vegan mutfak, bilim atölyesi gibi etkinliklerle lig sonuçlandı.

12 hafta boyunca süren Lig’de bazı takımların antrenman yapması, kadın erkek birlikte futbol oynamaya yönelik çabası hemen sonuçlar doğurmadı. Lig’e katılan kadınların büyük bir kesimi sahaya ilk defa çıkıyordu. Pas almakta zorlanıyorlardı, kadının sahada bulunması konsept gereği gibi bir anlayışa evrildiğinde kadınlar mücadele vermek zorunda kaldı. 2. sezonda sahada bulunması kadın sayısı en az ikiye çıktı.

Kadın erkek birlikte futbol oynamak erkeklerinde dönüşümünü gerekli kıldı. Erkekler eski öğrenilmiş yöntemlerle oynamayı devam ederken, sakatlıklar, rekabet, üst sıralarda yer alma arzusu, kadınların oyun içinde var olamaması gibi sıkıntılar doğurdu. Sorunu aşmak için forumlar, maç sonrasında birlikte vakit geçirerek konuşmalar, etkileşimlerle müdahale edilmeye çalışıldı.

Her takımın kendi belirlediği bir ismi ve forması, takımı bir araya getiren bir konsepti, oyuncuların kendilerinin belirlediği numara ve isimleri oldu. Takımlar arasında koordinasyonu sağlayan ve her takımdan bir kadın ve bir erkek oyuncunun olduğu eş kaptanlar grubu ligin organizasyonundan sorumlu oldu.
Puanlama sistemine göre, kazanan takıma “3”, kaybeden takıma “1”, berabere kalan takımlara ise “2” şer puanlama şeklindeydi. Sezon başı fikstür çekimi yapılır. Belirlenen gün ve saatte maçlar oynadı.
Karşılaşmalarda olası olumsuz hallerle ile ilgili olarak Eş kaptanlar Grubu ve Karşı Lig Kadın Grubunda ele alındı.  Karşı Lig Kadın Grubu yaşanan olumsuzluklar konusunda yaptırım uygulama  yetkisine sahip oldu.  Gerektiği durumlarda insiyatif alıp sorunun çözümü için emek harcandı. Nitekim yaşanan taciz olayları kadın grubunda görüşülmüş, kararlar alınmış, yaptırım uygulanmıştır. Yaptırım uygulama istekleri tartışmanın büyümesine, karşı karşıya kalınan erilliğin uzun erimli, kararlı, tavizsiz bir mücadelenin verilmesi yönünde bir çabanın gerekli olduğunu açığa çıkarttı.
Rakibine kasti olumsuz söz ve eylemlerde bulunmak, cinsiyetçi ifade ve küfürler etmek, dürüst oyun anlayışına halel getirecek söz ve fiil içinde olmak, Karşı Lig’in  “ruhuna aykırı” hareketlerde bulunmak, söz üretmek, kendini profesyonel topçu, ligi de endüstriyel futbol arenası zannetmek vb hallerde bulunan oyunculara ve takımlara sıcak bakılmadı. Gerektiği hallerde ligden de ihraç edilme hakkı saklı olmasına rağmen daha çok diyalog ve değişim konusunda adımlar atıldı.
Lig’in artık gelenekselleşmiş bir dizi ritüeli var. Lig’in yönelimi her oyuncunun katılabileceği sezon başında yapılan forumlarda belirleniyor. Devam edemeyecek takımlar, lige katılacak yeni takımlar, planlama, yeni dönem konsepti, sosyal sorumluluk projesi ve diğer konular sezon başlamadan tartışmaya açılır. Toplantılar yapılır ve karar verilir. Fikstür çekilir. Lig iki devreden oluşur. Maçlar, Ekim – Aralık ve Mart  - Mayıs arasında oynanır. Sezon sonunda sosyal sorumluluk projesi yapılır.
Şimdiye kadar Çocuk Şenliği, Soma’lı Çocuklarla Buluşma, Wernicke Korsakoff Dayanışma, Dersim ve Amed’li küçük kardeşlerimizle dayanışma ve Tekirdağ’da bulunan Melek Barınağına destek gibi projeleri yürütüldü.
Lig’in birinci sezonunda 13, ikinci sezonunda 16, üçüncü sezonunda 17, dördüncü sezonunda 16, beşinci sezonunda 16, altıncı sezonunda 16 takım top koşturdu.
 Beşinci sezon itibari ile manifesto revize edilmiş, Türcülüğe karşı mücadele manifestonun ilkeleri arasına eklenmiştir.

Ligin 5. Sezonu 15 Ekim 2017’de “Futbolda Cinsiyetçiliğe Son!" açılış konsepti ile başladı.
Ligin 6. Sezonu 11 Ekim 2018’de “Eril Kültüre ve Şiddete Karşı Lig!" açılış konsepti ile başladı.

Son iki sezon itibari ile kadın oyuncuların takımlarda en az erkekler kadar yer aldığını, bazı takımların yönelimini kadınların belirlediğine tanık olduk. Cinsiyetsiz bir lig ve türcülük karşıtlığı ligin gündemine girmiş bulunuyor.
Futbol düzeyinde genel bir yavaşlamanın, hırs faktörünün eski sezonlara göre biraz geride kaldığını, sertliğin azaldığını söylemek mümkün.
Birkaç yıldır elde edilen deneyim gösteriyor ki; Karşı Lig muhalefet cephesinin ligidir. Emekçilerin ligidir. Dışlanmışların ligidir. Söz söylemek isteyenlerin ortak mikrofonudur. Lig’in ilkeleri etrafında bir araya gelen her kimliğin kolektifidir.
Karşı Lig geçtiğimiz 5 yıl boyunca pek çok mücadeleye destek olmuş, içinde yer almış, sayısız etkinlik yapmış. Kötü giden pek çok şeye karşı imkanları dahilinde mücadele etmiştir. Geçmiş pratiği geleceğe yol gösteriyor.


Karşı Lig’in ortaya çıkardığı çok olumlu değerler vardır. Var olan futbol dilinin, anlayışının dışında öğrenecek kocaman bir dünya ve yapacak çok fazla keyifli şey var. Daha şimdiden egemen anlayış biçimlerine itiraz eden ligler ve takımlar oluşuyor, kimi kampanyalarda bu özneler bir araya geliyor.

Şimdi 5 yıllık deneyimden sonra rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yapılması gereken şey her yerde “kendi” liglerimizi kurmaktır.




                                                                                                                                                       Bom MorLey


29 Ocak 2019 Salı

Sen Seni Sen Seni Seni Gidi Sen Seni


Soğuk karanlıktı gece. Issızlık da vardı üstüne. Sigara içmek vardı diye diye sağına soluna yolladı bakışlarını. Ne cepte ne parmakları arasında yoktu ateşi üzerinde taşıyan. (Ateş o ateş ki dağlarda tilili Newroz hey hey!) Şöyle derinden çekmek, çekip çekip kaybolmak, kaybolup aranmak. Aranmak, aranmak mı! Kim arayacaktı? Yok, yalnızdı Yusuf. (Yusuf’un Kawa ile işi ne? Bu nasıl bir durum hele anlat dinleyelim bu ne? Yok o ben de bende ki sır söylemem, yazsam bile burada böyle konu bütünlüğünden ziyade. Kıyamadım kendime anlayın hallice.) Kimi kimsesi yoktu. Sokağın müdavimleri var bir. Onlardan da aramak sormak nerde. Her biri bir derdin yolcusu. Duraklarında acı alıp tasaya bırakıyorlar. Bir ateşin etrafında hele de korunakları varsa, sıcak sıcacık derme çatma kelimeli çatılarının altında çok değil birkaç saat de olsa demlenmek onlarında yaptıklarındandı. Sağ ayağından geleni sol ayağına gönderemiyordu işte. Neden oluyordu ki bu? Oysa git, hayde diye de komutlarını yollayalı bayağı olmuştu. Bir daha bir son çaba hoop olmadı. Olmadığı gibi yere kapaklandı. Kim bilir neleri kapadı. Kelebekleri, böcekleri, orman kuşlarını…(Ah Yaşar Kemal sen olaydın kalır mıydı meydan böyle yeni yetmeye!) En çok da… Yok ne arar kapadığı şey sertlikti, soğuk asfalt düzlüğüydü. Gözleri açık yerdeki soğukla hesaplaşmak da neydi! Sanki savaşacak gücü vardı. Bıraktı kendini. Kapanıyordu işte gözleri. Kapanacaktı ki az ilerideki aydınlatma direğinin sarımsı ışığı altında süzülen kar tanelerini gördü. Öyle yakınlardı ki kirpiklerinin süsü olmuşlardı. Koca koca kar tanelerinin dalga dalga gezinişleri yoktu, lakin öyle içten öyle sıcak anılara yelken açtırıyordu ki kimin umurundaydı. İşte sessizlik daha derinden yerleşiyordu içine. Az önce bacaklarının arasından sızmış, kollarının arasından bir tur bindirmiş oradan aklına nüfus ediyordu. (Cüzdansız haymatlostu vesikalı) Nerde nerdeydi sevdiği güzel insanlar? (O güzel atlılar gideli çok olmuştu lakin bir yerlerde var elbet olmalı bitmedi ki tabi aşk da olacak yere yüz)Ah haberleri olsa yetişirlerdi hemencecik. Hele Hızır, adı Hızır kendi Hızır ah bir ses edebilseydi. Denese miydi? Hı hı hı… Bu kadar işte. Boğazlanıyormuş gibiydi.( Kusmuklu iki anımsama: Biri sünnet sakat bırakılmış Fallus Dianisyos alayında bereket(artık sizli) diğeri kurban bismillahlı Allah. Sussssmalı meli lay laya devam hey hey demeli. Hey! Bir de gülmece ha ha ha h a)En iyisi kimseye ilişmemek. Kalmak böylece. Madem gidemiyor. İsteyerek kalmalıydı. Azıcık duvar dibinde olsaydı bari dedi, dedi ama nafile. Olduğu yerde kaldı. Sızan dalgınlıkla tatlı tatlı kapanıyordu göz perdeleri. Oyun bitmiş seyirciler gitmişti. Ne kötüydü, bol alkışlı bir uğurlanış olmamıştı. Yok kalkmaya çalışmalı denemeli denemekten vazgeçmemeliydi. Sağ ayak sol omuz hııııı haaaa… Kımıldamalar, ahlamalar, vahlamalar içinde bir iki üç yer de gök de pas, isli kirli bir çalışamazlık. Peh lanetin böylesine! Neden neden? Yapacak ne kaldı? Hiç! Az evvelki kabullenişle kazındı bu defa yerine. Kar yorgan olacaktı bol romanlı.(Vah vah!) Ama soğuk ama ıslak hele de ıslaklık öldürmüyordu süründürüyordu bin beter. Üşümek yalnızlaştırıyordu başka bir şey düşündüremez oluyordu açlık susuzluk ne ki oluyordun. Hızır, Hızır, Hızır seslerini kardan kara kardan kara ulaştırmak istiyordu. Son kez denedi  hı hı hı…

Başım başım, ağrısıyla uyanıyordu kaçıncı olduğunu bilmediği rüyasında. Lakin karın boşluğunda hissini aldığı ayakkabı sertliğinin ayak sahibinin (nin nin nin)kimliğini düşünmek istemiyordu. Annesi erkek kılığında başucundaydı. O muydu? Yok daha neler! Bu da nesiydi? Rüyalardan biri mi sarhoşluk sanrılarından mı anlamıyordu.(Rüya vardı birde güzel kadındı) Belki de hayal ettiğini görüyordu. Alkolün yarın sancısıydı bu, demek istiyor ama önünde biri vardı ve ısrarla tekme darbeleri indiriyordu bir yerlerine. Tamam anladık gaspçıydı. Bir şeyimi istiyordu ben de vermediysem, demek. E neden anlamamış ki para eder cinsinden bir yokluğa karışmışım. Bak bak tokatta yiyorum. Kapandı göz, gerildi parmaklar, kasılır elbette vücut. Bu soğuğa ne dayanır? Hiç. Hiçbir şey dayanmaz. Donar ölürsün. Öldüm mü yoksa? Cehennem o zaman bura. (İnansaymışım mı, keşke varmış heyecanı da nedir bende böyle! Neleri düşündürtüyor bana bu müsvedde sorgusundaki insan canlısı. Bu ne! Tam şiir dizesi “müsvedde sorgusundaki insan canlısı”anlaşılmaz yazılır nasılsa ses sese çarpar kulaktan kulağa gelir konar başucuma e ordan da insan ım ız ya eder im iz kendi me nize bir küpe olur mana benden bana içeriye size lere) Ya kimsin nesin ne istiyorsun? Başım. Ah başım. Ses versene be! Neden ölmedim yine? Bu kaçıncı bedbaht günüm. Ah kaderimin bahtsız devamlılığı! Birde üstüne bu çirkinlik! Yok annem olamaz bu yahu. Aha bak bak ne diyor: Ulan senin ananı da altı sülaleni de… (Yediye ne olmuş. Emekli olmuş diyorlar)Dur orda dur sakin sakin. Eyvah eyvah! Yazık oldu anacığıma sülaleme. E ben ben kopuyorum insanlığımdan. Kalk da kalk başka bir şey bilmiyor. Dur. Yeter. Bak karşılık vericem. Yapma diyorum. Başım başım. Neredeyim ben? Of bu ne soğuk. Bu nasıl baş ağrısı. Nerdeyim? İçimde mi? İçime bak sen. Bu ne kafası be ya? Gülmek istiyorum niyeyse açamıyorum dudaklarımı. İyyy nasılda morarmış. Aha kendime mi bakıyorum. Öldüm mü? Ruhum muyum? Şu karşımdaki de ben mi çelimsiz ıslak? Bu ıslaklık da ney? Neden bir şey hatırlamıyorum? (Artık parantez içi lak lak yok)

Hiçlikle tanışması çok uzun sürmedi Yusuf’un. Uydurdukça daha çok kendisi oluyordu. Bu yalın gerçek dışılığın öznesi olmak heyecanlandırıyordu onu. Uydurduklarının gerçek olduğu bilincine inanması hele de inandırması tatlı bir ürperiş besliyordu. Neden bütün bunlar tartışmasını yitireli çok olmuştu. Öyle ya hangisi daha güzeldi ya da daha iyiydi demeliydi. Az evvel uydurduklarına inanmamak mümkün müydü? Büyülenmiş gibi bir ayinin parçası, demeli asıl buna. (Musiki efem musiki) Ortak olmak bir paydaya. İlginç olan geçmişten çıkıyor olmasıydı. Hiçbir bağlayıcılığı olamayan kimlik vermeye çalışan tüm toplumsal adlanmalarından çıkıyordu ve yeniden yuvaya dönüş halinde yeni bir ortaklaşma sunuyordu. Gerçekte kalmamak, güldüren bir sanattı. (Sarhoşluk hali gibi.) Tuhaf bir tasvir durumuydu. Elbette yaşanmışlığı vardı. Ama kar tanelerinin romanlarına karışmak gibi bir büyüsü hiç olmamıştı. Yazmak bir çeşit dışılıktı. Yusuf’a ne demeli? Kim bu insan? Erkekti öncelikli. İsminin yapısından ülkesini bulurum, demiş olayım. Nereli olacak! Türk ismine sıkışmış muhtemel Rum ardıllı bir şey. ( Bak bak ön sıradaki yargıya bak!) Şey olmaktan kim çıkabilir ki. İnanılmaz da milliyetçi bir Rum Türkü’dür muhtemel. (Çok kesin başladı ama şüpheli ki muhtemelsiz kalamadı. Muhtemel hanımlar beyler kesede Rumlar, Türkler var demek bir de Kawa’dan örtük Kürt. Nerde mi az yukarda dağ, ateş falan filanıyla varya orada.) Kafam çatlıyor. Artık yetmeli ve susmalı. Daha fazla üretim isteyen denetimde buluyorum ben sorunu. Her yandan nasıl olmam gerektiğini belirleyen çok açık bir şey var. Mülkiyetin sahiplik savaşıydı her şey. Parantezler ele geçirdi beni artık ona bile gerek duymuyor her yer o! Neler diyorum? Az evvel ki öykünün beklenmeyenleri merak edilenleri ölüyor sahnemde. Büyü de gerçekte ne fos, güzel parmaklarımın arasında benden üreyecekler. Vah zavallı demek mi lazım? Yok. Kimse herkesindir. Yersiz ve yurtsuz yoktur özünde. Birleştiğimiz nokta dairenin bir yerinde diğeriyle tamamlanıyor. Döngü bir tekrar hali, farklı biçimler farklı mekânlar yanılgısına kapılmış öznelerle. Yeniden öykünün girişine yerleşmek mümkün mü? Neden olmasın ki! Tam şu anda müziği kulaklarımda çınlatmak isteyen klavyemden taşan her sesle ritimleşen düzenim düzenimle ardışıklaşan tak tuklarım çengi çalgı değil elbette ama onlarsız da olmadan dalıyorum kalburüstü bir varmıştan cek halsizliklerine. İşte böyle be üstat! diye diye bol kelimeli yutturmacalar arasında gel git halleri başlar mı? Ya Hızır’a ne demeli. Asıl beklenen de bu. Merak öğesinin toplandığı ana arterlerden biri. Kim, ne iş yapıyor, Yusuf’la ilişkisi ne? Hızır bir mit mi? Daha da çoğaltılabilir bir sürü şeyle sürü olma ısrarına devam edilebilir tabi. Bir olumsuzluk kötümserliği derdinde değilim. Daha güçlü bir sıkıntı var içimde demek. Yusuf sarhoşluğu ya da sanrısı ne haltsa canım çok önemli değil, insan hallerimden biri işte. Bir kadın lazım bana, evirip çevirecek. Ana gibi olmamalı. Ana dediğin ne ki? Yârle bırakılıp gidilecek. Koruyan yönüyle anılacak. Yaşlı bir de ölüm hatırlatmalı. Yar öyle mi! Sevişmesi vardı öncelikli. Aksiyon lazım. Öyle vurmalı ki çalgı lep lüp leblebi olmalı. Ah şu deli gönül nelere de kadir. Ama bendeki ısrar biraz da kontrolsüzlük. Ritmimi ne yapacağımın sınırlarında gezindirmeden öylesine bir rüzgârla bırakıp gitmeli artık neresi olursa! Nereye giderse gitsin tabi. Maksat ben olayım yine ben ben. Amma bencil çıktım. E öyle değil mi? Öyle valla. Valla nedir? Dilin önemi büyük. Harfin ses evrimi, kelimelerin anlamla ilişkisi. Fiyakalı ifade buna denir. Bu zıpzıplığın varacağı bir yer olmalı. O yer neresi bilememek kötü ama asılların savaşı olacak bu yazı. Bana yazdıran ilahi ya da başka bir ideal tasavvur yok. Açık çok açık bir kendini arama var. Bitmek bilmeyen bu kendini arayışa teslim olmuşum. Beni nereye sürüklerse ordayım. Bak şimdi de parmak dansında gibiyim daktilo makamı. Kelimelere takılmayalım rahatlığında vazgeçiyorum bu tartışmadan. Hem ne gerek var zaten. Bacağımdaki uyuşmayı parmaklarımdaki gerilime veriyorum. Kafamı kaşıdım. Ya da kafamla parmaklarımı okşadım. Anlam kendini sürekli besliyor. Asıl olan eylem. Eylem sözden bağımsız değil ama nereye kadar laf. Laftan lafla da kurtulabilinir tabi ama asıl mesele eylem. Mesela Yusuf’un yere düşüşü neden alkolll aldığındannnn daha anlamlı sayılmaz ama içme nedeni nedenlerin konuşulduğu gevezelik gibi kalır kalakalır sadece. Sözcük yalnızlık üretir kendinde kalırsın. Kendinden kalmak nokta! Konuşmak gerek. Konuşmak, sözcük söylemek, dinlemek, cevap vermek yahut işaretleşmek neyse işte. İnsan daha insan konuştukça yazıştıkça insan. Yazmak söylemek boş yapmak denilen oluyor. Yazmak sözleşmek dolduruyor o boşluğu. Yazmanın kendisi eylem oluyor. Sözcükler ilerlerken konuşuyorsun kendinle. Diğerleri var tabi ama empati nereye kadar her şey ve hiçken sensin. İyiler de kötüler de yok bu yüzden sadece olaylar var bu olaylar karşısında yaptıklarımız, düşündüklerimiz. Çok mu kamu ilanı oldu ne? Spot nedir, ikinci el kullanmam! Kibire bak kibire! Karakter de başı boşu kılavuzlu bir burjuva soytarılığı. Başka bir halt değil. Ne olacaktı! Kalemine kuvvet yazarının arsızlığıyla gel git mastürbasyon cup boşaltacak kısır tatminsizliğiyle tabi. Doymak bilmek iştahıyla tüketecek herkesin ve de hiçliğin bile. Kahraman öldü, ölmüş hatta çoktan.    

Geri dönüp olayın aksiyonuna dahil olmalıyım. Yaşamak bir başka güzel aması uydurma değil kendinden. Salt bene hizmet ettikçe anlamlı, yazmak, konuşmak. O salt ki evrensele karışan bir özne Salt ben de pek fiyakalı oldu be! Dalga dalga dalgalanmak ah! Çok bencil. Söz karşılaştırmalı, deneyim yaratmalı yoksa ne! Boşluk! Geri dönmeli geri dönmeli. Peki dönelim madem:

Yerde yatıyor Yusuf. Uyuyor. Habersiz etrafında olan bitenden. Öyle dayak mayak da yemedi. Kar yağdığı da doğrudur, soğuğun ortasında ki yapayalnızlığında sığınmak istediği de. Hızır’a olan güveni…

                                                                                                                               Yazı Çizeri
                                                                                                                                  Xwebun
                                                                                                                                16.11.2018


26 Kasım 2018 Pazartesi

Ne güzel bir gün: 25 Kasım’18

       25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü.
Bu gün Devlet’in kadınları susturmak için yaptığı mantık dışı eril şiddet olaylarına şahit olduk. Göğsümüzü gere gere yürüyerek attığımız her adımın sesinden rahatsız oldular. Bu rahatsızlıkları kadınları daha da şevklendirdi.

      Türkiye'nin ve Dünya'nın pek çok yerinde eril şiddete ve devletlerin zorbalığına rağmen kadınların sokaklara çıkması, susmaması heyecan ve güven vericiydi. Yalnız olmadığımızı bir kez daha en güzel şekilde hissettik.

       Her türlü engellemelere karşı birlikte olmamız ve kadın dayanışması ruhunun içimizde yarattığı duygular bizi çığ gibi büyüttü. Tünel Meydanı’nda beklerken herkesin yüzündeki o müthiş heyecan, kararlılık, korkusuzluk. Atılan sloganların ve pankartların gücü ve derinliği. Yüzlerde gülümseme ile elden ele dolaşan bildiriler! Kurdukları barikat ve attıkları biber gazı dayanışma çığlıklarımızı pekiştirdi.

      Tam bir mutluluk sarhoşluğu!  Kadınlar hep çok güzel. Cennet varsa tam şu an burasıdır dostlar.

       Biz kozamızdan çoktan çıktık, yorulmadan yolumuza emin adımlarla devam edeceğiz.  
       Susturmaya çalıştığınız kadınlar hiçbir zaman susmayacak, haklarından vazgeçmeyecek, varlıklarına alışacaksınız.

       Yaşasın Kadın Dayanışması!

       Sonsuza kadar “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz!”

       Dayanışmayla kalın!

                                                                                                                                       AÖ.

17 Kasım 2018 Cumartesi

Benim Adım Çocuk

       Beni ben yapan, ‘merak.’ Bizi biz yapan, sürekli öğrenme isteği. O halde öğrenmem için daha çok okumam gerek. İyi de, nasıl olacak o iş? Kitaplara ulaşmama uzun yıllar var. Evimde bir kitaplık yok! Okulumda bile yok. Sanırım mahallemde de bir kütüphane yok. Görünen o ki, kitaplara ulaşmam için daha çok yıl beklemem gerek. Peki ya üniversite yeterli mi, bir kütüphane ile tanışmam için?
       Görüyorsunuz daha çok uzun yıllar var, bir kütüphane görmem için, bir kütüphaneden içeri girmem için. Belki lise yıllarında ilçemde bir kütüphane bulursam kitaplarla tanışma hevesim körelmeden, o zaman ne mutlu bana! Ah, tabii unuttuğum bir şey var! O kadar yıl görmediğim kitaplara bir anda nasıl alışırım peki? ‘Okuma alışkanlığı’ denen şeyi nasıl edinirim bu kadar geç kalınca?
       Bir adım attım geriye doğru ve birkaç adım ileriye gittiğimi gördüm. Oyunlar kadar kitaplardan da öğrendim. Büyüdüm ve şimdi bir derdim var. Derdimiz var…
       Bir zamanlar çocuk olan herkesin ortak derdi: Kitapsızlık, kütüphanesizlik!
     
 Bu yıl 40.’sı düzenlenen İstanbul Maratonu’nda “Çocuk Kütüphaneleri İstiyoruz” teması eşliğinde koştuk. Çocukların sesi olmaya çalıştık, çocukluğumuzun belki de… Düşündük ki, kitaplar ve kütüphaneler hayatımıza çok geç girdiği için sıkıcı olarak nitelendiriliyor. Oysa okumak, çok küçük yaşlarda edinilmesi gereken bir alışkanlık. Yatmadan önce her gün diş fırçalamak gibi… 11 Kasım Pazar günü binlerce kişi aynı anda, aynı yerdeydik. Kuşkusuz binlerce insan yalnızca koşmak için orada değildi. Koşmanın yanında, hemen hemen herkesin farklı bir amacı vardı. Kimi çevreyi, kimi kadınları, kimi yaşlıları, kimi evsizleri, kimi eşitsizliği dert edinmişti kendine. Biz de bir amaç için düştük yola, çocuk kütüphaneleri için koşup bir farkındalık oluşturmaktı derdimiz. O gün çocuktuk hepimiz ve çocuk attı kalbimiz…
       Benim adım Yelda,
       Benim adım Toprak,
       Benim adım Gülay,
       Benim adım Cesur,
       Benim adım milyonlar,
       Benim adım yarınlar,
       Benim adım çocuk…

       Ne adımın, ne yaşımın ne de cinsiyetimin önemi var aslında. Nerede doğduğumun da nerede yaşadığım kadar önemi yok. Dedim ya, benim adım çocuk…
       Benden bu kadar. Sözlerim umudum kadar büyük ve biliyorum bundan sonra desteklediğiniz kadar büyüyeceğim…
      Destek olan herkese teşekkürler…
                                                                                                                                                  Reyhan

Ne Demek KarşıFest’te Gelmiyorum!

Karşı Lig’in   bir sezonu daha   geride kaldı, Eril Kültür ve Şiddet’e pek çok gol attık, yeterli olmadığının farkındayız, daha çok top sü...