30 Ekim 2018 Salı

HAY DEE GEL DEE OY NAA YAK


Yaşamaya dair mi yazılsaydı kelimeler. Neye ilişkin oldukları hesaplanmadan. Bir solukta yazmak lazım. Soluğa yerleşecek olanları düşünemezsiniz tabi. Kolay mı, soluk bu! Hemm ne soluklar var. Kime neye göre diyecek uyanık cinsinden olan. “olmak ya da olmamak”Tırnakladım hırsız olmam, demi. Bak ilk insan kimdi kimse takıldı peşime. Tabi ki üzerinde durmadan dibe gidiyorum. Uzaklaştığım yerde zifiri karanlığa karışıyorum. Işık daha çok ışıkçıların sesleri çınlıyor sol kulağımda öteki hasarlı tamir lazım. Adımı atma cesaretim çocukluktan kalan anılarla geldi yanıma. Bir o yana bir bu yana gel git komutlarındayım. İçimdeki benin çırpınışları bunlar. Komut niye ki neden bu kelime ille de. Derken büyümüştüm artık. Komutan komut atar lay lay. Komutunda laf sokar ley ley. O lafta neler var neler vay vay. Neyse meyse hayde başka kapıya komutçular. Komutlar cartlar curtlar hey hey üçüncü hey hem de heyttle dört. Oh rahatladım. Kendime uydurduklarım beni bekliyorlar. Hava da soğudu a. A sız yapamam ben. Kimsesiz kalırım. Kimsesizlik nasıl bir şey ki! Kimsiz kim… rap rap üç adım sonra sokağım bitecek karanlık sonlanacak ışıkçılar kazanacak. Spartaküs mü olsam Tarkan mı yoksa ben mi kalsam içimdeki Yunus’la. Ooo çok havalı oldu. Havalardan esin aldım. Bülbül'ü saldım kafesten. Çıplak oldum. Çırıl çırıl geziniyorum. Dal taşak hikâyelerinde erkekleşen benle sevişene kurban. Neyse dönelim mevzuya. 

Geçenlerde yürürken karşılaştım bir hatunun cananı ile. X vardı  yok o değil. O yok mu yok. Yok değil zaten de. Hani anlaşıldı ama. Var ya o ne cevizler kırdı hem ne cevizler. Varsın orospu desinler. Ne çıkardı. Çıksa çıksa bir erkek daha talip olur istetirdi. O da olmadı kendi erkekleşirdi. Bak bu da derin oldu aa. Çift a tabiî ki de. Kadın erkekleşince. Neler yazılmadı, çizilmedi. Kadın olsam ne olurdu. X de bi tuhaf oldu be! Ama yani ne yapsaydım. Yazacağım buraya şimdi isim, olacaklar kötü kadın. Soracaklar benden hesap. Param yok derim derim amma yakışmaz işte. Hem zaten X’in kadınlığı var ya bir anlatsam içim düşer of boş verin X’i. Geçen bir arkadaş istiklalin tonuna karıştı, fısıldadı kulağıma. Bozuyorum büyüyü aslında. Marşa basmadan önce demişti, diyeceğini. Aman, ne dediği önemliydi. Sadede çağırıyor. Tamam tamam. Dedi ki kız olsam yirmi dört saatin yirmi dördü verirdim sana. Bak bak! Ne verecek diye tartıştım ikircikli bensizliğimle ciddi ciddi ya ciddi ciddi tabi. Sanırsam seks yapmakla ilgili idi. İnceden inceye güzelliğim mi desem karizmatiklikmiklik mi yoksa. Tike gideriz buradan hop ordayım. Tik tika tik tik tik hop bir daha tik tika tik tik tik. Hadi dikdikine taka tuka  tuk tuk tuk. taka tuka tuk tuk tuk. Saçmalık tabi. Kelime oyunları falan. Ne yapmaya çalışıyorsam. Anlatayım mı? Kalsın mı peki. Peki pekme pekmez çıkar bundan bak. Nasılda zordur elde edilmesi. Ne kolay ki. Kelime doğurma sancılarında iken ben nasılda daldan dala boyuna enine. Diyagonal ve hop dairesel. Başka başkada var elbet. Mesela hayal ediyorum tam şimdi. Paraleldi zaman. Bir ben daha varmış. Olduk mu sana dört. Kalabalıklaşıyorum Buda heyecanı sarıyor beni. Elerim yere topraklama evrenin anlamındayım. Bir yaşama amacı seç, dile benden demez mi, demedi. Depdik o kadar yolu geldim dağdan taşa. Olmadı yine olmadı. Olmamak üzerine harcadığım çaba. Az evvel ki karanlığın yüzünden mi acaba. Acabanın eceple acayipleştirilebileceklerimzizinden Ramiz vardı mahalleden. Siktir et diyecem demişim e madem demişim çok eril oldu yavv. Öyle. Yakışmadı. Vakit nakittir dedi Mr simit. Simit olmuş bir yetmiş beş. Ah az daha uzun olsaydı. İlk aklıma gelen vallah billaha boyumdu metre cinsinden. Öteki cm zaten. O cantimler var ya o cantimcikler. 

Bakınız efem Zenon var mesalacık bir anında uyduruvermiş, demiş zaman, an’a hareket noktaya nanay da nanay şen ola. Duralım ne gerek var artık be Hristo. Tanıdık geliyor bu replik. Hristo, bir oyun metninde karakter çabasında yeni yetme bir adamcık. Bir kıza sevdalı kız da ona ama bolca engeli tabi. Kızın babası da ölünce kalmış kimsesiz zavallıcık. E paraları malı mülkleri var da var. Kalır mı Hristo’ya artık körpecik.  Ha boş verelim tabi. Gülüyorum. Durdum. Yazmakla ilgili neler demediler. Ben de dedim ki boş bunlar boş. Yok yav dediler. Yine dedim valla boş. Valla mı dediler. He valla dedim. İnanca boğdular beni. Hadi ya! Dediler bu defa. Hadi dedim. Dedim dediler dedim dediler. Tevv tevv tevv diyelim bilinsin anılsın Kürtlüğümüz. Ne gerek varsa. Eziklik eziklik bunlar he tabi öyle “ya ne ya“ yı yapıştırdım modifiye haliyle. Yine tırnak vakası. Vakamız derin canlar Elazığ’dan gelir bu kurtçuk laf. Hobbes’u da bulaştırdım. Yazıktan öte ayıp da oluyor amma insan insanla kurtlaşmış bir kere. Neyse! İyy rezillik valla. Kaçıncı neyseydi bu? Neyse! Sözle, sesli sessiz değişik halli coşarım. Anlamlı olmasa ne olur. Ne alıp veremediğim var sözle. Oysa güzel şirin kitaplarımın kutsal cinsleri hep oku, der sözle başlatır kaynağını. Ya rabbim misal söz. Sözlü olmak var birde. İki de söze dayalı kurallar mişler cekler virgüller neler neler. Haliç’te olsak şimdi Mahir’le. Geçenlerden bir şey bu tabi. Yazı dediğin geçendir gelecek ummayalım. Ama bendeki delikansızlık ileriyi getirecek bugüne rahat olun. 

Ne demiyordum söz demiştim azcık evel eveliyatsız tabi ölçeği ne ki tarihlenecek!  Hımm! Mahir diyordum, Haliç diyordu. Bir de balık. Bak sen. Dinlendiriciymiş. Gözlüklü ya ondan hep. Takmış dinlenmeye. Balıkla meselesi yokmuş. Her defasında orman doğa sairesinden velerle vırlayıp duruyor bol ünlemli. Kaba oldu bu. Severim Mahir’i. Nasılda mal yaptım eğleniyorum parmaklarımın tonunda. Arkadaş, dost yakışır benim Mahir’imin sıfatlarına. Diğerlerini bilmem hayalden kim ölmüş. Benim ki iyi adam. İyi adam Mahir olur. Saçmalık bu ifadeler. Kim saçmalamaz. Ama insan. Kim kim ki? Kim benim. Bir de Kore geliyor bu taraflara.  İyi yönetmen. Bak o da insan ama bi Mahir değil . Bi cılız kaldı bir bir anacağım bir. Anam dedim mi durmam lazım. Karanlıktan korkmaya başlamış. Dram geliyor derin nefes alın, bırakın. Karanlık niyeyse olumsuz. Mu? Değil değil. En güzel şeyleri karanlıkta yaparım. Alkol gibi o. Uyuştururken ayıltan. Göndermeye bak. Sıkıldım dık belki de. Artık şiir patlatma vakti olsun. Benden birine gitsin geri getirsin ama

Aşk dedin \Ah dedim \Baktın\Ben de
Kelimeler borçsuzmuş\ Sustular\ sarıldık
Böylesi ilk\Keşke\ konuşmasak mı?\Yok daha neler.
Şiir de bana göre değilmiş ayol.
                                                              
                                                                                                                 14 10 2018
                                                                                                                  XWEBUN
                                                                                                                 (Yazı çizeri)

25 Ekim 2018 Perşembe

Zaman İçinde

Aytaç’a


on gün kitap okumadım, hasta oldum
kalbimin ağrısı boynuma sızdı
o ağrıyla durmadan düşündüm
yoldan geçen birine sardunyaları  sordum
aynı şeyleri günlerce düşündüm
ve bilinen bir şeyi keşfetmenin sevincine kapıldım
okumanın düşünmeyi engellediğini buldum
yüzümü ödüllendirmek istedim
utandım sonra
o büyük kitaplardaki heybetli sözlerden
diyorlardı ki
okumak rahatlatır, gevşetir, kalbin acısını alır

ikimiz de okuyoruz, zaman zaman kitaplar veriyoruz birbirimize
bak bu iyi bir şey
sardunyalar büyüyor
ellerimiz kalem tutuyor
yazılar yazıyoruz
parlak simleri yere dökülen cümleler geçiyor aklımızdan
sonra vazzzgeçiyoruz yazmaktan
“ne işe yarayacak ki” diyoruz
denize taş atıyoruz
yağlı ve çirkin suları  güzel gösteriyor yuvarlak dalgalar

ben seni önce uzaktan, yazılarında tanıdım
sonra dedim ki "bu çocuğu bilmeliyim"
zaman içinde biraz bildim
sardunyalar açtı
çelik çomak oynadık, topaç çevirdik
bazı şeylere kafa tuttuk
bazı şeyleri kafaya taktık
-gramsci’den bahsettik
karşı hegemonya falan dedik -
daha da tutacaktık ki nefesimiz yetmedi
yüzyılın kimyasallarına buladılar bizi

kulaç atıyoruz
ben yüzme bilmem, boğulsam kendimi kurtarabilirim
onun bunun kolundan da tutarım
sardunyalar alkış tuttu balkonda
iyice büyüdüler
yazıların iyice uzuyor
hani  mahirsin bu konuda 

on gün sonra bir şiir kitabı aldım elime
hakkaten sert yazmış adam, köylüler diyor öldürmek diyor
“yanlış partilere oy verirler” diyor
ama hiç “doğru parti yoktur” demiyor
şiir iyidir sen sevmezsin, baki’yi, nedim’i bilmezsin
ben de bilmem
fakat özenle soyulmuş “çokluk senindir” kasidesini bilirsin
turgut’tan bilirsin
ben de bilirim
anlamam ama hep okurum

bir formanın içinde, eldivenli, şapkasız
üç direk içinde durursun, o direklere yaslanırsın
topa vuran biri çıkıp sana:
“bir kadın kitaplar uğruna yanabiliyorsa, kitapların içinde bir şeyler olmalı”
derse inanırsın

Kadim Fırat
14 Ekim 2018

19 Ekim 2018 Cuma

Çocuk Kütüphaneleri Neden Gereklidir?

Bir mekân düşünelim ki, oyun alanları ile kitaplar, dergiler iç içe olsun. Bir çocuk düşünelim ki, oyundan biraz yorulunca, biraz ötedeki resimli, renkli, ilgisini çeken bir kitabı karıştırıyor olsun. Bir kütüphane düşünelim ki, çocuklar için olsun. Yani bir çocuk kütüphanesi olsun.

Hiç bilinmeyen, hiç düşünülmemiş bir şey değil bu. Başka ülkelerde de ülkemizde de yetişkinler için olduğu gibi, çocuklar için yetersiz de olsa kütüphanelerimiz var. Öyle ama, mesele var olup olmamaları değil, ne kadar ve ne nitelikte var oldukları.

Kalabalık bir ülkeyiz; daha da öyle oluyoruz. Kütüphanelerimiz ise öyle olmuyor. Nüfus giderek artarken, kütüphaneler giderek daha da fazla hayatlarımızdan çıkıyor. Bu “hayatlarımızdan çıkış” çocukların için daha da gerçek. Hatta belki de hayatlarına hiç girmiyor bile. Çoğu çocuk, kütüphaneleri; hem oyun alanları olarak hem de bir şeyler okuyup ödünç yayın alabilecekleri mekânlar olarak bilmeden, tanımadan büyüyor. Çünkü genelde gidebilecekleri hiçbir kütüphane olmuyor yakın çevrelerinde. Belli ki ebeveynler de habersiz bu durumdan. Oyun ve bilgilenmenin bir aradalığının sağlandığı mekânlar olarak kütüphaneler hayatlarımızdan uzaklaştığı oranda, ihtiyaç olmaktan da çıkıyor.

Oysa oyun ve bilgilenmenin bir aradalığı çocuklar için öyle iyi ki. Bir yandan pratik yetenekleri ve zekâları oyunlar ile gelişirken, bir yandan da bilgi ile dolu kitaplar, dergiler ve nicesiyle kültürel birikimleri artıyor…

Ama bu, tabelaya “çocuk kütüphanesi” yazmakla olmuyor veya yetişkinler için kurulan bir kütüphanenin bir odasını çocuk kitapları ile doldurmakla da olmuyor. Nitelikli kütüphaneler diyoruz. Çocuklar için olan; içinde oyun alanları, oyun gereçleri, çeşitli günlük ihtiyaçları için odalar ve bilgi yüklü materyaller olan bir kütüphane diyoruz. O kadar yok ki bunlar...

Yalnızca bir örnek, en gelişmiş şehrimizden, metropol İstanbul’dan: 0-14 yaş arası nüfus 3.324.439 kişi. 15-19 yaş arası 1.105.552. 5-9 yaş arası ise 1.103.853 kişi. Peki kütüphaneler? Onlar da gelişmiş mi?

Bakanlığa bağlı ve yalnızca çocuk kütüphanesi olarak kurulmuş kütüphaneler hepi topu 6 tane! Yetişkinler için olan kütüphanelerle aynı binayı paylaşan çocuk bölümleri ise 34 tane. 2015 yılında yapılan bir araştırmaya göre, çok büyük bölümü çocuklar için gerekli aslî koşulları sağlamaktan bile uzak. Yani ne yazık ki niteliksiz! Bakanlık dışında Belediyeler de kütüphaneler kuruyor; ama onlar da yetersiz kalıyor.

Yani İstanbul gibi bir kentte bile, milyonlarla ifade edilen çocuklar kütüphanelere gidemiyor, kütüphaneleri tanımıyor. Tüm Türkiye’de de durum böyle. Ama böyle olmak zorunda değil.

Öyleyse farkındalık yaratmaya çalışalım, bir şeyleri anlatalım. Kütüphaneleri hayatlarımıza, çocukların hayatlarına katmaya çalışalım çünkü bu en temel ihtiyaçlardan biri.

Oturduk, bir şeyler yapabilir miyiz diye düşündük. Öncelikle kamuoyu yaratmak gerekti, talep etmek gerekti. “Her ilçede, her semtte kütüphanelerimiz olsun” demek gerekti.

İşte, bir ucundan başladık. “Çocuk Kütüphaneleri İstiyoruz” deyip bir kampanya başlatıyoruz. Belki bir farkındalık olur, görünürlük sağlarız, belki birileri bize katılır diye, 11 Kasım’da 40. İstanbul Maratonu’nda, hem 10K koşusuna hem Halk Koşusu’na katılıyoruz.

Amacımız nitelikli çocuk kütüphanelerin o büyük eksikliğine dikkat çekmek ve bir şeyler yapmak.

Gelin ilk metreleri birlikte koşalım ve sonra devam edelim!

                                                                          Fahrenayt 451


16 Ekim 2018 Salı

Futbol Oynayan Uşaqlar


 Üniversite hayatımda bir sürü ev değiştirdim. Kaldığım evlerden biri apartmanın birinci katında, 1+1 boyutlarında, fakat müteahhitin uyanıklık yapıp kısmen 2+1 moduna soktuğu, 2 küçük odadan ve bu odaları birbirine bağlayan koridordan ibaretti. Benim odanın camı karşı binanın otoparkına açılıyordu. O arefelerde sabah okula, akşam işe gittiğimden uyumak için pek zamanım olmuyordu. Bazen okuldan erken çıkar, eve gelip iş saatine kadar kestirmeye çalışırdım. Olayın Osmaniye’de ve nisan-mayıs aylarında geçtiğini vurgulayıp konuya geçiyorum.

Osmaniye Adana’ya 1 saatlik mesafede olup, hala niye il statüsü aldığını anlamayan bir şehir. Adana  sıcağını da az çok duymuşsunuzdur. Şubat ayında deniz mevsiminin açıldığı bu yörede nisan-mayıs aylarındaki sıcaklığı tasvir etmek zor olmasa gerek. Dersten gelip yatağıma girdiğimde tam uyumak için zaman bulduğuma sevinecekken odadaki sıcaklık önüme geçip yüzündeki alçakca bir gülüşle şahadet parmağını sağa sola sallamaya başlıyordu. Camı açtığımda da karşı binanın otoparkında top oynayan çocukların gürültüsü uyumama izin vermiyordu. Bir türlü uyuyamıyordum. Her defasında uykusuzluğun verdiği gerginlik dolu sinirle cama çıkıp çocuklara sessiz olmaları konusunda bağırmak istiyordum. Tam bağırmanın eşiğine geldiğimde hafızamın derinliğinde bir şimşek çakar ve beni bu kararımdan vaz geçirirdi.

Çocukluğumun 3 senesi hariç geride kalan kısmı köyde geçmiş. Futbol oynadığımız alanların zemini genellikle topraktan oluşurdu. Şimdiki halı saha tabiriyle söylersem toprak saha maçları yapıyorduk. Çöplükten, kuytu köşeden bulduğumuz, sahanın diğer ucundan bakınca görüle bilecek ölçüde her hangi 2 nesne bizim kalelerin direklerini belirlerdi. Bizim kalelerimizin üst direği kalede duran şahsın boyunun uzunluğuna eşit olurdu. Eğer top kaledeki çocuğun boyunun yetmediği kadar yüksekden geçmişse demek ki top kalenin üstünden geçip gitmiş. Yan çizgilerimiz olmazdı. Biri topla sahadan fazla uzaklaştığında topun taç’a çıktığına karar verirdik. Bazen topu “taça çıkaran” kişi topun henüz taça çıkmadığını iddaa ederdi, bu sefer de kavga çıkardı. Bu kavgalar, direksiz kaleler, yan çizgisiz, toprak dolu sahalar bizi rahatsız etmiyordu. Bizi rahatsız eden hep top oynadığımız sahaların yakınlarında evi olan köylüler olurdu. Gürültümüzden rahatsız olduklarını söyleyip bizi kaç kere dikenlerini temizleyip, top oynaya bileceğimiz kıvama getirdiğimiz sahalarımızdan kovmuşlardır. Bizim için en büyük facia topumuzun bu köylülerden birinin bahçesine düşmesiydi. Çoğu zaman geri vermezdiler. Topumuzu bahçelerinde, hevesimizi, sevincimizi, çocukluğumuzu kursağımızda bırakırlardı.

Bir keresinde yine topumuz köylülerden birinin bahçesine düşmüştü. Hepimiz toplanıp dakikalar boyunca yalvarsak da topumuzu gözümüzün önünde kesip doğramıştı. Duvarın dibinde dizilip biraz ağlamıştık.. Ee.. Daha doğrusu, bayağı ağlamıştık. O topu arkadaşlarla aramızda 20-30 kuruş toplayıp almıştık. Evet! Doğru, bayağı bayağı ağlamıştık. Hatta arkadaşlardan biri hıçkırarak topumuzu kesen köylüye “Ben o topu almak için para verebileyim diye kümesten tavukların yumurtasını çalıp, satmıştım. Annem de bunu öğrenince beni dövmüştü. Sen de topu bahçenize attığımız için bizi döveydin, hatta herkesin yerine beni döveydin, ama o topumuzu kesmeseydin be amcaa!” demişti.

Üstünde bayraklar olan toplar vardı. En ucuz fiyata o toplar satılırdı. Her aldığımızda aramızdan mutlaka biri topun üzerinde bayrağımızı arardı.

Evet.. Her kalkıp camdan çocuklara bağırmanın eşiğine geldiğimde hafızamın derinlerinden çakan şimşek işte bu olayları gözlerimin önüne seriyor ve beni bu kararımdan vazgeçiriyordu.

O çocukların benim bağırmama tepki vermelerinden, toplarını alıp gitmelerinden, maçlarının yarım kalmasından korkuyordum. Gürültülerinden rahatsız olan bir amcanın benim bağırışımdan cesaret toplayıp gelip toplarını kesmesinden korkuyordum. Ya o çocuklar da bizim gibi duvarın dibinde dizilip ağlasaydılar?! Nasıl olurdu?! Bunları düşündükce çocukların topunun kesileceğine camı kapatıp içerde sıcaktan nefesimin kesilmesini tercih ediyordum.

                                                                                                                  İngilab Guliyev

13 Ekim 2018 Cumartesi

Güneşli Bir Pazartesi

Tuvalet kâğıdım bitmek üzere ve ben kara kara düşünüyorum. Biriktirdiğim parayı yaz tatilinde harcadığım için parasız kaldım. Hangi parayla kendime yeni bir paket tuvalet kâğıdı alırım bilemiyorum. Bir kez daha anladım ki insan her duruma hazırlıklı olmalı ve bir kenara para ayırmalı. Bunu yapmadığım için kendime çok kızıyorum…  Birkaç yüz dolarım vardı, yok yere gidip bozdurdum, bozdurmasaydım şimdi kafam çok rahattı. Nereden bilebilirdim altı ayda iki katı yükseleceğini?

Son paketi aldığım o günü çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar durumum iyiydi. Ufak hesap yapmadan, farklı markalar arenasındaki fiyat farklarına pek dikkat etmeden, canım ne istiyorsa onu alıyordum. O gün de gidip en iyi markanın, en büyük paketini almıştım. Paket poşete sığmadığı için açıkta taşımak zorunda kalmış, onu kullanış amacım ortada olduğu için de görenlerin gözünde hadise canlanır diye koşar adım eve gitmiş ve apartmana girdiğimde derin bir oh çekmiştim. Aradan yaklaşık altı ay geçti, bir tanıdık yolda görmüşse de çoktan unutmuştur beni. Hoş bu arada memlekette o kadar çok şey oldu ki milletin bunları düşünecek hali kalmamıştır. Onlar şimdi evlerine ekmeği nasıl götüreceklerini düşünüyorlardır. Ben henüz o duruma düşmedim, çavdar ekmeği alacak beş liram var çok şükür.

Eskiden anneannemlerin evinde taharet bezi vardı. Alaturka tuvaletin musluğunun borusuna asılı dururdu. Alışık olmadığım için kullanamazdım. Artık o bezlerden mi kullanmaya başlasam? diye düşünüyorum. Hayat çok pahalıdandı ben de geçinebilmek için bir dizi tasarruf tedbiri almaya başladım, artık tuvalete okulda gidiyorum. Alaturka tuvalette biraz zor oluyor ama olsun ona da alışırım. İzleyenler bilir “Güneşli Pazartesiler” filmindeki gibi yaşamanın zamanı geldi artık,  hayatı beleşe getirmek gerek hem zevkli de... Bunları yaparken yaşadığın maceraları anlatırsın ileride torunlarına. Geçen akşam da ismi lazım değil eve gelen bir arkadaş tuvalete gitmek istedi, hemen müdahale ettim “abi büyük mü küçük mü?” dedim, “büyük cano” dedi.  “abi kusura bakma tuvalet biraz arızalı da ben de okulda gidiyorum ama küçükse yapabilirsin.” dedim. Yalan söylemek zorunda kaldım ne yapayım.

İşte bugün de bizim okulun bahçesinde arkadaşlarla oturuyorduk ama ben zihnen orada değildim, konuşulanları duymuyordum. Bana dönüp “ neyin var, son günlere düşüncelisin” dediler, ben de “kafam biraz karışık” dedim. Aslında Son kalan beş ruloyu şubat zammına kadar nasıl idare edeceğimi düşünüyordum ancak bu derdi herkesle paylaşamazdım. Tam böyle otururken birden okuldan bir arkadaş dibimde bitiverdi. Fark etiğim ilk anda irkildim. Arkadaş elinde ışıl ışıl parlayan, baktım hem de 32’li bir paket tuvalet kâğıdıyla tepemde dikiliyor. Arkadaşı tepeden tırnağa bir süzdüm ve  “oooo, dedim, parayı bulmuşsun, hayırlı olsun.”  Parayla imanın kimde olduğu hakikaten belli değil.  Gözlerim parladı. Kıskançlığımı gizlemeye çalışan bir gülüşle yüzümde öylece kalakaldım, sonra arkadaşın elindeki hazineye gözlerimi diktim. Geçmişe, o güzel günlere, gidiverdim. O markayı zamanında ben de kullanmıştım. Üç katlıydı, pamuksu bir yumuşaklığı vardı, kullanırken ayrı bir keyif alıyordum. Fakat şimdi piyasanın en pahalısıydı ve o günler artık çok gerilerde kalmıştı. “Aman abla dedim yalnız dolaşma bununla, başına bir iş gelir.” Sonra sırnaşmaya başladım, “Ama bak iyi tarafı da var, yıllardır haber alamadığın akrabaların gelir, bulur seni.  Daha fazla dayanamadım, “eee dedim hayırdır, nereden geliyor bu değirmenin suyu? Ben nerede yanlış yaptım çok merak ediyordum. Belli etmiyordum ama biraz da sinirlenmiştim arkadaşa, insanın nerede olduğunu bilmesi lazım. Öyle elinde 32’li tuvalet kâğıdıyla öğretmenlerin arasına girilmez, bizim aldığımız belli, verdiğimiz belli. Olan var, olmayan var. Ama işte nezaket de gerilerde kaldı. Ama günahını almışım arkadaşın konuşunca anladım. “Ya ondan değil, bugün kayın pederin elli ikisi de hayır için bunlardan dağıtıyoruz, size de getirdim.” dedi.  Allaaah! Sevincimi görmeliydiniz. Dikkatli kullanırsam bu beni en az iki, hatta üç hafta idare ederdi.  Ellerimi pantolonumun beline koyup peşin satan adam gibi arkama yaslandım, gözlerimin içi gülüyordu, otuz iki diş tekmili birden sırıtıyordum.

Sonra, kendime geldim, ciddileşip doğruldum ayıp olmasın şimdi. Arkadaş gözümüzün önünde cânım paketi yırttı, hepimizin önüne birer tane koydu. Hep birlikte “Allah razı olsun” dedik, o da “sizden de” dedi. Sonra bahçedeki diğer arkadaşlara da birer tane vermek için onlara doğru yöneldi. “Müdür Beyle idareci arkadaşlara da birer tane bırak,” diye arkasından bağırdım. O da Uzaklaşırken “bırakacağım, bırakacağım tabi ki bırakmaz olur muyum” diye yanıt verdi.
                                                                                                                  

                                                                                                                        Tolga Çetinkaya
                                                                                                                                        10.09.2018 
                                                                                                                                          Pazartesi                                                                                                                                                         Moda


11 Ekim 2018 Perşembe

Hiç Durmadan

       Tüm yaz yine rahat durmadık, duramadık. Ne sıcak falan dinledik, ne de durmadan yoksullaşma sıkıntısını üzerimize boca edenlerin yalanlarını dinledik. Bizler, bir gecede dibe doğru hızla inerken, birileri ışık hızıyla zirveye çıkıyordu. Her şey çok olağanmış gibi sunuldu. Bir gece sadece 20 dakikada servetine servet katanlara, buna göz yumanlara öfkeyle baktık. Tefecilere tüfecilere inat oyuna inanmaya devam ettik. İçimizde futbol’a karşı durmadan büyüyen aç bir ‘ur’un büyümesinin önüne geçemedik.  

Her alanda, hiç durmadan, baskı altında tutulan kesimler olarak yeni bir kültürü oluşturma çabalarına tüm samimiyetimizle katkıda bulunacağız.

      Kuzguncuk Bostan’larından gelen acı biberler damağımızı yaktı, kazanma budalalığının primlerini toplayamamış olsak da, fakat iyi oynadık, hep birlikte. Songül ve Alper’i Amerikan Rüyası’na ev üretimi bira ile yolculadık. O rüya var mı yok mu yerinde bi görüp gelecekler. Uzun paslarla karşılayacağız onları.

       The Famsızlar’la karşılaştık, çekişmeli, gelli gitli, çok koşulu, gollü yazlarımız oldu. 3. Havalimanında kötü koşullarda çalışan işçiler tam gole giderken, hakem diye bakılan devlet ve onun kolluk kuvvetleri barikat kurdular, onu aşmaya çalışan işçileri oyundan atmakla kalmadılar, dava açtılar, cezaevine attılar. Fakat dayanışma umutlarımızı yeşertti, emek düşmanı bir yükselişin varlığı içimizi kararttı.

       Kar amacı gütmeyen, toplumsal dayanışmayı düstur edinmiş, birkaç yıldır sessiz sedasız, canhıraş çalışan, sayıları giderek artan İstanbul Kooperatifleri, gıda toplulukları, kolektifler Koop Gücü adıyla bir takım kurdu. Yan yana geldik, oynadık, güzel bir başlangıç oldu. Devamı gelir diye umuyoruz.

      Takımımıza yeni arkadaşlarımız katıldı, kramponlarına sağlık, bazen halı üzerinde mutlulukla paslaşacağız, bazen yaşamın engebeli yollarında birbirimize yarenlik edeceğiz. Sefalar getirdiniz.

       Arada her yıl olduğu gibi Karşı Lig başlamadan, gelenek haline getirdiğimiz Forza Yeldeğirmeni  toplantımızı yaptık. Yeni dönem perspektiflerimizi ve atacağımız adımları konuştuk. Blog’u daha aktif hale getireceğiz. Çeşitli kesimlerle yazılı, sözlü, videolu röportajlar yapacağız. Karşı Lig Kadın Grubu’nun sezon teması olarak önerdikleri Eril Kültür kampanyasının desteklenmesine karar verildi. Sosyal sorumluluk proje önerileri; KHK ile işlerinde uzaklaştırılan akademisyenlerle dayanışma,  yanan - yakılan ormanlar yerine ağaç dikimi, başka alternatif kültür üreten arkadaşlarımızla röportajlar, kadın sığınma evlerine yönelik duyarlılık, Mor Çatı ve Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği ile kimi konularda birlikte davranma gibi öneriler üzerine sözler söylendi. Gücümüz hangilerine yeterse artık. Sicilya Demirspor ile buluşmalar yapılması planlanacak. İnşallah takvimimiz olacak bu yıl. Karşı Lig’in yoluna puansız şekilde devam etmesi yönünde yapılan öneri hakkında değerlendirmelerle toplantı son buldu.

        Eş kaptanlık görevi her sezon başka arkadaşlarımız tarafından üstleniliyor. Tüm sezon emekleri ile gönlümüzde sarhoşluk yaratan Ceren ve Emrah’a sonsuz sevgiler. Yeni eş kaptanlarımız Çılga ve Serdar’a güneşli günler diliyoruz. Şah damarınızdan daha yakınız size.

       Kütüphanecilerin takımı Fahrenayt 451 ile bir araya geldik. Kalemizi gollerle doldurdu zalımlar…


       Karşı Lig sezon planlama toplantısı yapıldı. 14 takım eş kaptanları ve oyuncuları katıldı. Karşı Lig Kadınlar Grubu'nun yaptığı toplantıda alınan kararların üzerinde duruldu, öneriler tartışıldı, katkılar yapıldı, eksiklikler ifade edilerek öneriler kabul edildi.  Ligde kadın-erkek eşitliği ve taciz vakalarına karşı mücadelenin yolları, eril kültürün önüne geçilmesi anlamında yapılacak her türlü toplantı, seminer, sunum, vb. etkinlikleri konuşuldu ve inisiyatif kuruldu. Tema’ya uygun açılışta bilgilendirmeler yapılacak ve sene içinde içerik oluşturulacak. 7. sezon saha içinde kadın sayısının en az 4’e çıkarılması kararlaştırıldı. Sosyal Sorumluluk; KHK mağdurları, sokak çocukları ve savaş mağduru çocuklar, yakılan ormanlık alanlar, köy çocukları, kanser hastaları gibi öneriler ele alındı. Fahrenhayt 451 takımının 11 Kasım 2018’de yapacağı “Çocuk Kütüphaneleri İstiyoruz” maraton etkinliği  desteklenecek. 6. Sezon fikstürünün çekilmesiyle yeni sezon hazırlıkları ilerlemiş olacak. Bu sezon Lig’de  16 takım olacak. Yolumuz açık olsun.

       Karşı Lig’in yeni ekiplerinden Nankatsu ile ikinci defa oynadık. Sınırlarımızı biraz daha zorlayarak pas trafiğini arttırdık, kadınların oyun kurmaya da dahil olduğunu ve oyuna hep birlikte katılma, maçtan keyif alma esintileri zihnimizi neşelendirdi. Nankatsu, yeni ve umut veren bir oluşum. İyi bir takım geliyor Karşı Lig’e. Kadın oyuncuları göz dolduruyor. Selamlar olsun.

       Bu sezon da antremanlara devam ediyoruz. Bizim antremanlarımız endüstriyel futbolunkine benzemez. Eğlenmek, koşmak, ter dökmek, hafta içi bir araya gelmek bahanesi ve futbol niteliğimizi yükseltme anlamı taşıyor. Toprak’ı görebilme heyecanı cabası.

Blog’umuzu ( moruniliyiz.blogspot.com) daha aktif kullanacağız. Yeni yazar arkadaşlarımız olacak. Futbol dışında da çeşitli konular hakkında kelam edeceğiz. Anlamlı bulan herkes yazsın istiyoruz. Ursula’nın Mülksüzler’de dediği gibi “ Ne kadar insan varsa o kadar değişik duygu vardır.”  Blog; haber, yorum, kritik taşısın ama ve en önemlisi bizi birbirimize bağlayan bir düşünce eksersizi olsun istiyoruz.

Selemlar, sevgiler…


11.10.2018


Ne Demek KarşıFest’te Gelmiyorum!

Karşı Lig’in   bir sezonu daha   geride kaldı, Eril Kültür ve Şiddet’e pek çok gol attık, yeterli olmadığının farkındayız, daha çok top sü...