Maç
son derece çekişmeli
gidiyordu. Penaltı olmuştu ya, bu zamana kadar iyi direnmiştik. Kalecinin
penaltı tedirginliği… Bildiğim klasik yöntem bu sefer işe yarayacak mıydı? Yaradı. Sağa doğru yattım, ayaklar beni yanıltmadı,
topu ağlara gitmekten kurtardım. Takımımın kaderini kurtardım.
Bir
dakika bir dakika, dedi; ne kaderi? Şampiyonluk maçında bir penaltı kurtarmış
gibi hissedebilirsin kendini, oysa topu tutarken neyi yitirdiğini bilmeli.
Beş
dakika sonra kollarımın arasından kayan top süzüle süzüle ağları kucaklarken
ben kendime kızıyordum. Bu kadar iyi oynadığın maçta neydi bu gol işte, neydi? Sonra
defans, işte yapılıyor hata, yine karşı karşıyayım karşı takımın golcüsü ile,
bana ne atsın golü, bir gol daha yemiş oluruz, zaten yenilmedik mi çoktan? Sonra bir gol daha. Gol yedikçe değil ama vazgeçtikçe silindi sahadan, penaltıda vazgeçmeyen tedirgin bir kaleci olan ruhum.
Bir
dakika, bir dakika dedi yine. Sonra itirazlar derli toplu yükseldi. Sağ
taraftan hücumdaydı karşı takım. Bir hata üzerine bir hata, üzerine bir hata da
karşı takımın başka bir hücum oyuncusundan, topu kollarımın arasında buluyorum
bu sefer. Kurtaran ben miyim beni kurtaran hücum oyuncusu mu, bilmiyorum.
Aklıma bir şimşek çakıyor
aniden.
Denizde
derine daldıktan sonra başını suyun üzerine çıkartan o deli nefes alma özlemi gibi, şöyle bir kendime ve sahaya
bakıyorum. Top hala kollarımda; sahada benle beraber yirmi küsür oyuncuyuz, bir
kaç da izleyen var başka takımlardan. Teller arasından tanıdıkları görüyorum. Kuş sesleri gelmeye başlıyor
uzaktan.
İşte
böyle bir andı,
sanıyorum. Gol yememiştik ya, önemli olan gol olup olmaması değildi. Vazgeçmemekti. Kendini başka bir oyuncunun
suretinde görebilmek.
Kendime bir golcünün suretinde bakabilmek. Bir takıma başka bir takımdan bakabilmek.
Bir
hata, bir hata daha iki hata. Birbirini götürmedi, ama benim oyunda kalmamı sağladı. Ve oyunda oldukça, “her yeni saniye başka bütün diğer saniyelerin başlangıcıdır; dostluk da dayanışma da işte o saniyede kazanılmalıdır”- güzel
bir şiirin kötü
bir tercümesi, ama öyle.
Velhasıl, gol yedikçe daha güzel gol yemeyi öğreniyor insan. Bir oyuncu iyi
oynuyorsa diğerinin de iyi oynamasını teşvik edebiliyor sırayla. Sonra diğeri,
sonra diğerleri böyle
tek tek olmaktan çıkıyor, kolektif bir meseleye dönüşüyor sahada olma hali. Sonra takım
olmayı öğreniyorsun.
Takım
olmayı bir kaleden diğerine gol atmakta unutmuş olabilir bir kaleci. Çekişmeli
bir maçta kurtardığı penaltı da işe yaramayabilir. Hata üstüne hata
üstüne hata yapılan bir maçta rastgele bir kurtarış ise her şeyi tepetaklak edebilir. Önemli olan
kurtarmak değil, sen uçmayı
hatırla demiş bir
şair.
Karşı
takımın sağdan soldan gelen şutları ve azimli kurtarışlara rağmen atılan golleriyle fark açılırken düşen takımı toparlamak için, uçmanın yanında şarkı söylemeyi de, şiir yazmayı da öğrenmiş kaleci. Hırsına yenilmiş bir
takımı yenmenin en güzel yolu onu hırssız oynamaya zorlamakmış. İşte bir karşı
ligi oluşturan tek ölçüt
zaman.
En güzel yenilgi henüz tadılmamış olandır. En güzel maç henüz yapılmamış
olandır. En iyi takım karşı takımın gönlünü kazanmış
olandır.
Higuita Gibi Kaleci