Üniversite
hayatımda bir sürü ev değiştirdim. Kaldığım evlerden biri apartmanın birinci
katında, 1+1 boyutlarında, fakat müteahhitin uyanıklık yapıp kısmen 2+1 moduna
soktuğu, 2 küçük odadan ve bu odaları birbirine bağlayan koridordan ibaretti.
Benim odanın camı karşı binanın otoparkına açılıyordu. O arefelerde sabah
okula, akşam işe gittiğimden uyumak için pek zamanım olmuyordu. Bazen okuldan
erken çıkar, eve gelip iş saatine kadar kestirmeye çalışırdım. Olayın Osmaniye’de
ve nisan-mayıs aylarında geçtiğini vurgulayıp konuya geçiyorum.
Osmaniye
Adana’ya 1 saatlik mesafede olup, hala niye il statüsü aldığını anlamayan bir
şehir. Adana sıcağını da az çok
duymuşsunuzdur. Şubat ayında deniz mevsiminin açıldığı bu yörede nisan-mayıs
aylarındaki sıcaklığı tasvir etmek zor olmasa gerek. Dersten gelip yatağıma
girdiğimde tam uyumak için zaman bulduğuma sevinecekken odadaki sıcaklık önüme
geçip yüzündeki alçakca bir gülüşle şahadet parmağını sağa sola sallamaya
başlıyordu. Camı açtığımda da karşı binanın otoparkında top oynayan çocukların
gürültüsü uyumama izin vermiyordu. Bir türlü uyuyamıyordum. Her defasında
uykusuzluğun verdiği gerginlik dolu sinirle cama çıkıp çocuklara sessiz
olmaları konusunda bağırmak istiyordum. Tam bağırmanın eşiğine geldiğimde hafızamın
derinliğinde bir şimşek çakar ve beni bu kararımdan vaz geçirirdi.
Çocukluğumun
3 senesi hariç geride kalan kısmı köyde geçmiş. Futbol oynadığımız alanların
zemini genellikle topraktan oluşurdu. Şimdiki halı saha tabiriyle söylersem
toprak saha maçları yapıyorduk. Çöplükten, kuytu köşeden bulduğumuz, sahanın
diğer ucundan bakınca görüle bilecek ölçüde her hangi 2 nesne bizim kalelerin
direklerini belirlerdi. Bizim kalelerimizin üst direği kalede duran şahsın
boyunun uzunluğuna eşit olurdu. Eğer top kaledeki çocuğun boyunun yetmediği
kadar yüksekden geçmişse demek ki top kalenin üstünden geçip gitmiş. Yan
çizgilerimiz olmazdı. Biri topla sahadan fazla uzaklaştığında topun taç’a
çıktığına karar verirdik. Bazen topu “taça çıkaran” kişi topun henüz taça
çıkmadığını iddaa ederdi, bu sefer de kavga çıkardı. Bu kavgalar, direksiz
kaleler, yan çizgisiz, toprak dolu sahalar bizi rahatsız etmiyordu. Bizi
rahatsız eden hep top oynadığımız sahaların yakınlarında evi olan köylüler
olurdu. Gürültümüzden rahatsız olduklarını söyleyip bizi kaç kere dikenlerini
temizleyip, top oynaya bileceğimiz kıvama getirdiğimiz sahalarımızdan
kovmuşlardır. Bizim için en büyük facia topumuzun bu köylülerden birinin
bahçesine düşmesiydi. Çoğu zaman geri vermezdiler. Topumuzu bahçelerinde, hevesimizi,
sevincimizi, çocukluğumuzu kursağımızda bırakırlardı.
Bir keresinde
yine topumuz köylülerden birinin bahçesine düşmüştü. Hepimiz toplanıp dakikalar
boyunca yalvarsak da topumuzu gözümüzün önünde kesip doğramıştı. Duvarın
dibinde dizilip biraz ağlamıştık.. Ee.. Daha doğrusu, bayağı ağlamıştık. O topu
arkadaşlarla aramızda 20-30 kuruş toplayıp almıştık. Evet! Doğru, bayağı bayağı
ağlamıştık. Hatta arkadaşlardan biri hıçkırarak topumuzu kesen köylüye “Ben o
topu almak için para verebileyim diye kümesten tavukların yumurtasını çalıp,
satmıştım. Annem de bunu öğrenince beni dövmüştü. Sen de topu bahçenize
attığımız için bizi döveydin, hatta herkesin yerine beni döveydin, ama o
topumuzu kesmeseydin be amcaa!” demişti.
Üstünde
bayraklar olan toplar vardı. En ucuz fiyata o toplar satılırdı. Her aldığımızda
aramızdan mutlaka biri topun üzerinde bayrağımızı arardı.
Evet.. Her
kalkıp camdan çocuklara bağırmanın eşiğine geldiğimde hafızamın derinlerinden
çakan şimşek işte bu olayları gözlerimin önüne seriyor ve beni bu kararımdan vazgeçiriyordu.
O çocukların
benim bağırmama tepki vermelerinden, toplarını alıp gitmelerinden, maçlarının
yarım kalmasından korkuyordum. Gürültülerinden rahatsız olan bir amcanın benim
bağırışımdan cesaret toplayıp gelip toplarını kesmesinden korkuyordum. Ya o
çocuklar da bizim gibi duvarın dibinde dizilip ağlasaydılar?! Nasıl olurdu?!
Bunları düşündükce çocukların topunun kesileceğine camı kapatıp içerde sıcaktan
nefesimin kesilmesini tercih ediyordum.
İngilab Guliyev
Çok anlamlı,güzel ifadeli bir yazı,emeğine sağlık.
YanıtlaSil