Soğuk
karanlıktı gece. Issızlık da vardı üstüne. Sigara içmek vardı diye diye sağına
soluna yolladı bakışlarını. Ne cepte ne parmakları arasında yoktu ateşi
üzerinde taşıyan. (Ateş o ateş ki dağlarda tilili Newroz hey hey!) Şöyle
derinden çekmek, çekip çekip kaybolmak, kaybolup aranmak. Aranmak, aranmak mı!
Kim arayacaktı? Yok, yalnızdı Yusuf. (Yusuf’un Kawa ile işi ne? Bu nasıl bir
durum hele anlat dinleyelim bu ne? Yok o ben de bende ki sır söylemem, yazsam
bile burada böyle konu bütünlüğünden ziyade. Kıyamadım kendime anlayın
hallice.) Kimi kimsesi yoktu. Sokağın müdavimleri var bir. Onlardan da aramak
sormak nerde. Her biri bir derdin yolcusu. Duraklarında acı alıp tasaya
bırakıyorlar. Bir ateşin etrafında hele de korunakları varsa, sıcak sıcacık
derme çatma kelimeli çatılarının altında çok değil birkaç saat de olsa
demlenmek onlarında yaptıklarındandı. Sağ ayağından geleni sol ayağına
gönderemiyordu işte. Neden oluyordu ki bu? Oysa git, hayde diye de komutlarını
yollayalı bayağı olmuştu. Bir daha bir son çaba hoop olmadı. Olmadığı gibi yere
kapaklandı. Kim bilir neleri kapadı. Kelebekleri, böcekleri, orman kuşlarını…(Ah
Yaşar Kemal sen olaydın kalır mıydı meydan böyle yeni yetmeye!) En çok da… Yok
ne arar kapadığı şey sertlikti, soğuk asfalt düzlüğüydü. Gözleri açık yerdeki
soğukla hesaplaşmak da neydi! Sanki savaşacak gücü vardı. Bıraktı kendini.
Kapanıyordu işte gözleri. Kapanacaktı ki az ilerideki aydınlatma direğinin
sarımsı ışığı altında süzülen kar tanelerini gördü. Öyle yakınlardı ki kirpiklerinin
süsü olmuşlardı. Koca koca kar tanelerinin dalga dalga gezinişleri yoktu, lakin
öyle içten öyle sıcak anılara yelken açtırıyordu ki kimin umurundaydı. İşte
sessizlik daha derinden yerleşiyordu içine. Az önce bacaklarının arasından
sızmış, kollarının arasından bir tur bindirmiş oradan aklına nüfus ediyordu. (Cüzdansız
haymatlostu vesikalı) Nerde nerdeydi sevdiği güzel insanlar? (O güzel atlılar
gideli çok olmuştu lakin bir yerlerde var elbet olmalı bitmedi ki tabi aşk da
olacak yere yüz)Ah haberleri olsa yetişirlerdi hemencecik. Hele Hızır, adı
Hızır kendi Hızır ah bir ses edebilseydi. Denese miydi? Hı hı hı… Bu kadar
işte. Boğazlanıyormuş gibiydi.( Kusmuklu iki anımsama: Biri sünnet sakat
bırakılmış Fallus Dianisyos alayında bereket(artık sizli) diğeri kurban
bismillahlı Allah. Sussssmalı meli lay laya devam hey hey demeli. Hey! Bir de
gülmece ha ha ha h a)En iyisi kimseye ilişmemek. Kalmak böylece. Madem
gidemiyor. İsteyerek kalmalıydı. Azıcık duvar dibinde olsaydı bari dedi, dedi
ama nafile. Olduğu yerde kaldı. Sızan dalgınlıkla tatlı tatlı kapanıyordu göz
perdeleri. Oyun bitmiş seyirciler gitmişti. Ne kötüydü, bol alkışlı bir
uğurlanış olmamıştı. Yok kalkmaya çalışmalı denemeli denemekten vazgeçmemeliydi.
Sağ ayak sol omuz hııııı haaaa… Kımıldamalar, ahlamalar, vahlamalar içinde bir
iki üç yer de gök de pas, isli kirli bir çalışamazlık. Peh lanetin böylesine! Neden
neden? Yapacak ne kaldı? Hiç! Az evvelki kabullenişle kazındı bu defa yerine.
Kar yorgan olacaktı bol romanlı.(Vah vah!) Ama soğuk ama ıslak hele de ıslaklık
öldürmüyordu süründürüyordu bin beter. Üşümek yalnızlaştırıyordu başka bir şey
düşündüremez oluyordu açlık susuzluk ne ki oluyordun. Hızır, Hızır, Hızır
seslerini kardan kara kardan kara ulaştırmak istiyordu. Son kez denedi hı hı hı…
Başım
başım, ağrısıyla uyanıyordu kaçıncı olduğunu bilmediği rüyasında. Lakin karın
boşluğunda hissini aldığı ayakkabı sertliğinin ayak sahibinin (nin nin nin)kimliğini
düşünmek istemiyordu. Annesi erkek kılığında başucundaydı. O muydu? Yok daha neler!
Bu da nesiydi? Rüyalardan biri mi sarhoşluk sanrılarından mı anlamıyordu.(Rüya
vardı birde güzel kadındı) Belki de hayal ettiğini görüyordu. Alkolün yarın
sancısıydı bu, demek istiyor ama önünde biri vardı ve ısrarla tekme darbeleri indiriyordu
bir yerlerine. Tamam anladık gaspçıydı. Bir şeyimi istiyordu ben de vermediysem,
demek. E neden anlamamış ki para eder cinsinden bir yokluğa karışmışım. Bak bak
tokatta yiyorum. Kapandı göz, gerildi parmaklar, kasılır elbette vücut. Bu
soğuğa ne dayanır? Hiç. Hiçbir şey dayanmaz. Donar ölürsün. Öldüm mü yoksa?
Cehennem o zaman bura. (İnansaymışım mı, keşke varmış heyecanı da nedir bende böyle!
Neleri düşündürtüyor bana bu müsvedde sorgusundaki insan canlısı. Bu ne! Tam
şiir dizesi “müsvedde sorgusundaki insan canlısı”anlaşılmaz yazılır nasılsa ses
sese çarpar kulaktan kulağa gelir konar başucuma e ordan da insan ım ız ya eder
im iz kendi me nize bir küpe olur mana benden bana içeriye size lere) Ya kimsin
nesin ne istiyorsun? Başım. Ah başım. Ses versene be! Neden ölmedim yine? Bu
kaçıncı bedbaht günüm. Ah kaderimin bahtsız devamlılığı! Birde üstüne bu
çirkinlik! Yok annem olamaz bu yahu. Aha bak bak ne diyor: Ulan senin ananı da altı
sülaleni de… (Yediye ne olmuş. Emekli olmuş diyorlar)Dur orda dur sakin sakin.
Eyvah eyvah! Yazık oldu anacığıma sülaleme. E ben ben kopuyorum insanlığımdan.
Kalk da kalk başka bir şey bilmiyor. Dur. Yeter. Bak karşılık vericem. Yapma
diyorum. Başım başım. Neredeyim ben? Of bu ne soğuk. Bu nasıl baş ağrısı.
Nerdeyim? İçimde mi? İçime bak sen. Bu ne kafası be ya? Gülmek istiyorum
niyeyse açamıyorum dudaklarımı. İyyy nasılda morarmış. Aha kendime mi
bakıyorum. Öldüm mü? Ruhum muyum? Şu karşımdaki de ben mi çelimsiz ıslak? Bu
ıslaklık da ney? Neden bir şey hatırlamıyorum? (Artık parantez içi lak lak yok)
Hiçlikle
tanışması çok uzun sürmedi Yusuf’un. Uydurdukça daha çok kendisi oluyordu. Bu
yalın gerçek dışılığın öznesi olmak heyecanlandırıyordu onu. Uydurduklarının
gerçek olduğu bilincine inanması hele de inandırması tatlı bir ürperiş
besliyordu. Neden bütün bunlar tartışmasını yitireli çok olmuştu. Öyle ya
hangisi daha güzeldi ya da daha iyiydi demeliydi. Az evvel uydurduklarına inanmamak
mümkün müydü? Büyülenmiş gibi bir ayinin parçası, demeli asıl buna. (Musiki
efem musiki) Ortak olmak bir paydaya. İlginç olan geçmişten çıkıyor olmasıydı.
Hiçbir bağlayıcılığı olamayan kimlik vermeye çalışan tüm toplumsal
adlanmalarından çıkıyordu ve yeniden yuvaya dönüş halinde yeni bir ortaklaşma sunuyordu.
Gerçekte kalmamak, güldüren bir sanattı. (Sarhoşluk hali gibi.) Tuhaf bir
tasvir durumuydu. Elbette yaşanmışlığı vardı. Ama kar tanelerinin romanlarına
karışmak gibi bir büyüsü hiç olmamıştı. Yazmak bir çeşit dışılıktı. Yusuf’a ne
demeli? Kim bu insan? Erkekti öncelikli. İsminin yapısından ülkesini bulurum,
demiş olayım. Nereli olacak! Türk ismine sıkışmış muhtemel Rum ardıllı bir şey.
( Bak bak ön sıradaki yargıya bak!) Şey olmaktan kim çıkabilir ki. İnanılmaz da
milliyetçi bir Rum Türkü’dür muhtemel. (Çok kesin başladı ama şüpheli ki
muhtemelsiz kalamadı. Muhtemel hanımlar beyler kesede Rumlar, Türkler var demek
bir de Kawa’dan örtük Kürt. Nerde mi az yukarda dağ, ateş falan filanıyla varya
orada.) Kafam çatlıyor. Artık yetmeli ve susmalı. Daha fazla üretim isteyen
denetimde buluyorum ben sorunu. Her yandan nasıl olmam gerektiğini belirleyen
çok açık bir şey var. Mülkiyetin sahiplik savaşıydı her şey. Parantezler ele
geçirdi beni artık ona bile gerek duymuyor her yer o! Neler diyorum? Az evvel
ki öykünün beklenmeyenleri merak edilenleri ölüyor sahnemde. Büyü de gerçekte
ne fos, güzel parmaklarımın arasında benden üreyecekler. Vah zavallı demek mi
lazım? Yok. Kimse herkesindir. Yersiz ve yurtsuz yoktur özünde. Birleştiğimiz
nokta dairenin bir yerinde diğeriyle tamamlanıyor. Döngü bir tekrar hali,
farklı biçimler farklı mekânlar yanılgısına kapılmış öznelerle. Yeniden öykünün
girişine yerleşmek mümkün mü? Neden olmasın ki! Tam şu anda müziği kulaklarımda
çınlatmak isteyen klavyemden taşan her sesle ritimleşen düzenim düzenimle
ardışıklaşan tak tuklarım çengi çalgı değil elbette ama onlarsız da olmadan dalıyorum
kalburüstü bir varmıştan cek halsizliklerine. İşte böyle be üstat! diye diye
bol kelimeli yutturmacalar arasında gel git halleri başlar mı? Ya Hızır’a ne
demeli. Asıl beklenen de bu. Merak öğesinin toplandığı ana arterlerden biri.
Kim, ne iş yapıyor, Yusuf’la ilişkisi ne? Hızır bir mit mi? Daha da
çoğaltılabilir bir sürü şeyle sürü olma ısrarına devam edilebilir tabi. Bir
olumsuzluk kötümserliği derdinde değilim. Daha güçlü bir sıkıntı var içimde
demek. Yusuf sarhoşluğu ya da sanrısı ne haltsa canım çok önemli değil, insan
hallerimden biri işte. Bir kadın lazım bana, evirip çevirecek. Ana gibi
olmamalı. Ana dediğin ne ki? Yârle bırakılıp gidilecek. Koruyan yönüyle
anılacak. Yaşlı bir de ölüm hatırlatmalı. Yar öyle mi! Sevişmesi vardı
öncelikli. Aksiyon lazım. Öyle vurmalı ki çalgı lep lüp leblebi olmalı. Ah şu
deli gönül nelere de kadir. Ama bendeki ısrar biraz da kontrolsüzlük. Ritmimi
ne yapacağımın sınırlarında gezindirmeden öylesine bir rüzgârla bırakıp gitmeli
artık neresi olursa! Nereye giderse gitsin tabi. Maksat ben olayım yine ben
ben. Amma bencil çıktım. E öyle değil mi? Öyle valla. Valla nedir? Dilin önemi
büyük. Harfin ses evrimi, kelimelerin anlamla ilişkisi. Fiyakalı ifade buna
denir. Bu zıpzıplığın varacağı bir yer olmalı. O yer neresi bilememek kötü ama
asılların savaşı olacak bu yazı. Bana yazdıran ilahi ya da başka bir ideal tasavvur
yok. Açık çok açık bir kendini arama var. Bitmek bilmeyen bu kendini arayışa
teslim olmuşum. Beni nereye sürüklerse ordayım. Bak şimdi de parmak dansında gibiyim
daktilo makamı. Kelimelere takılmayalım rahatlığında vazgeçiyorum bu
tartışmadan. Hem ne gerek var zaten. Bacağımdaki uyuşmayı parmaklarımdaki gerilime
veriyorum. Kafamı kaşıdım. Ya da kafamla parmaklarımı okşadım. Anlam kendini
sürekli besliyor. Asıl olan eylem. Eylem sözden bağımsız değil ama nereye kadar
laf. Laftan lafla da kurtulabilinir tabi ama asıl mesele eylem. Mesela Yusuf’un
yere düşüşü neden alkolll aldığındannnn daha anlamlı sayılmaz ama içme nedeni
nedenlerin konuşulduğu gevezelik gibi kalır kalakalır sadece. Sözcük yalnızlık
üretir kendinde kalırsın. Kendinden kalmak nokta! Konuşmak gerek. Konuşmak,
sözcük söylemek, dinlemek, cevap vermek yahut işaretleşmek neyse işte. İnsan
daha insan konuştukça yazıştıkça insan. Yazmak söylemek boş yapmak denilen
oluyor. Yazmak sözleşmek dolduruyor o boşluğu. Yazmanın kendisi eylem oluyor.
Sözcükler ilerlerken konuşuyorsun kendinle. Diğerleri var tabi ama empati
nereye kadar her şey ve hiçken sensin. İyiler de kötüler de yok bu yüzden
sadece olaylar var bu olaylar karşısında yaptıklarımız, düşündüklerimiz. Çok mu
kamu ilanı oldu ne? Spot nedir, ikinci el kullanmam! Kibire bak kibire! Karakter
de başı boşu kılavuzlu bir burjuva soytarılığı. Başka bir halt değil. Ne
olacaktı! Kalemine kuvvet yazarının arsızlığıyla gel git mastürbasyon cup boşaltacak
kısır tatminsizliğiyle tabi. Doymak bilmek iştahıyla tüketecek herkesin ve de
hiçliğin bile. Kahraman öldü, ölmüş hatta çoktan.
Geri
dönüp olayın aksiyonuna dahil olmalıyım. Yaşamak bir başka güzel aması uydurma
değil kendinden. Salt bene hizmet ettikçe anlamlı, yazmak, konuşmak. O salt ki
evrensele karışan bir özne Salt ben de pek fiyakalı oldu be! Dalga dalga
dalgalanmak ah! Çok bencil. Söz karşılaştırmalı, deneyim yaratmalı yoksa ne!
Boşluk! Geri dönmeli geri dönmeli. Peki dönelim madem:
Yerde
yatıyor Yusuf. Uyuyor. Habersiz etrafında olan bitenden. Öyle dayak mayak da
yemedi. Kar yağdığı da doğrudur, soğuğun ortasında ki yapayalnızlığında
sığınmak istediği de. Hızır’a olan güveni…
Yazı Çizeri
Xwebun
16.11.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder