Yine
rüzgârlı bir pazar sabahı. Notre Dame katedralinin yandığı pazartesi gününden
önceki pazar günü. Bunun ne alakası var acaba rüzgarla? Neyse. Rüzgâr hep
esiyor buralarda. Mont Ventoux yani Rüzgâr dağı ismini laf olsun diye
taşımıyor. Gerçekten rüzgâr hep esiyor. Bazen kuzeybatıdan Rhône nehrinin
vadisini izleyerek soğuk ve kuru bir rüzgar gökyüzünü bulutlardan temizliyor
gibi. Çok garip uzun mercimek şeklinde olan bir iki bulut kalıyor - rüzgâr
onların içeriden geçiyormuş, onları yerinden edemiyormuş. Etraflarında gökyüzü
masmavi parlıyor. İşte o günlerde 'Mistral'var diyorlar
insanlar. Mistral rüzgârın ismidir. İsmi maestro yani
'usta' sözünden geliyormuş. Rüzgâr usta. Güzel değil mi?
Burada,
yani Fransa'nın güneyinde, insanların az konuştuğu ama daha unutulmamışı bir
dil var - Occitan dili. Onun da farklı ağızları var. Benim kaldığım bölgede
Provençal ağzı konuşuluyormuş. Köylerin isimleri hem Fransızca hem Provençal
yazıyorlar. Onun dışında ben bugüne kadar sadece birkaç şive ve argo sözlerinde
fark ettim. Farklı yönlerden gelen, farklı özellikleri taşıyan rüzgârlara
değişik isimler Yunanca'da da varmış - Türkçe'de de belli oluyor. Lodos mesela,
değil mi? Doğa'nın olaylarının farklı isimlendirilmesi dillerin en güzel
taraflarından birini ortaya çıkıyor bence. Ama aslında bunu anlatmayacaktım,
aslında Mistral rüzgârı kuru bir hava getiriyor - gitar yapmak için ideal
durum. Gitar yapmak için hava kuru olması gerekiyor, yüzde 40 civarında. O
yüzden cumartesi günü bir gitarın arka kapağını yapıştırmak, yani kutuyu
kapatmak için atölyede geç vakte kadar çalıştık. Aslında bunu da
anlatmayacaktım. Nereden nereye.
Aslında
o rüzgârlı pazar günü kendimi biraz yorgun ama mutlu bir futbol sahanın
kenarında bulduğumu anlatacaktım. Yani beş aydır dünya erkek futbol şampiyonunun
ve bu yaz kadın futbolunun dünya kupasını konuk edecek ülkesinde kalıyorum ve
hiç futbol oynayan görmedim. Böyle bir şey olabilir mi? Birkaç hafta önce
araştırdım, bir kadın futbol maçını buldum, gittim - erkek maçı çıktı. Geçen
pazar yine araştırdım, gittim ve güzel bir kadın futbol maçını izledim. Rüzgâr
çok güçlü esiyordu ve bazen top havadayken yönünü değiştiriyordu. Oyuncular
için zordu bence, ama belki alışıklar. Arka sahada bir erkek maçı vardı. Çok
bağırıyorlardı. Yerel iki takım arasındaki derbi maçıymış. Taraftarlar,
oyuncular, teknik direktörleri kavga modundaydı. İğrençti. Kadınların maçı
güzeldi, sakin, biraz sıkıcı, ama en azından kavga yoktu. Maç bitince burada da
oyuncuların aralarında yumruklu kavga çıktı. Ben de çıktım gittim. Neyin
kavgasını ediyorlar ya? Karşı Ligi ve Forza'yı özledim. Elimizde çok kıymetli
bir futbol dünyası var (yaratanların ellerine, ayaklarına ve yüreklerine
sağlık) - kiliselerin yandığı, oyların sonsuza kadar sayıldığı, her tarafın
duvar yapıldığı bir dünyada hem temiz rüzgâr gibi hem rüzgârdan korunan bir
bölge gibi. Anlatabiliyor muyum?
A
bir de - Fransızca ve Türkçe'de 'champion' yani 'şampiyon' kelimesi, mantar
manalı 'champignon' yani 'şampinyon' kelimesine yakınlığı bir tesadüf mü?
Christina Müller