Biz öğretmenlerin düşman çatlatan ben diyeyim iki siz deyin üç aylık
tatillerinin ilk günleriydi. Hiç bu kadar güzel bir tatil başlangıcı yaptığımı
hatırlamıyorum. Her gün ayrı güzel… Gündüz istediğim saatte uyanıyorum, akşama
kadar bir yataktan diğerine uzanıyor, akşam sıkılınca dışarı çıkıyor, arkadaşlara
rast geliyorum dışarda oturuyoruz veya evlerine davet ediyorlar, eksik
olmasınlar. Sokak konserleri, beklenmedik hoş sürprizler… Futbol borsada değil arsada güzel amma ne
yaparsın dünya kupası da başlamış, hiçbir şey yoksa o var. Annem olsa bu kadar
keyif ancak eşekte olur der. Bense hak ettin sonuna kadar, çoluğun çocuğun,
velinin, müdürün derdini çektin o kadar, bak keyfine diyorum.
Yine bu günlerden birinde, yine uyuyabildiğim kadar uyuyup uyandım. Çayımı
demledim. Çay mutluluktur. Kahvaltımı hazırlamaya başladım. Pek bir şey yok ama
olsun sahip olduklarımdan en iyi şekilde bir tabak hazırlamaya çalışıyorum.
Elde ne varsa, daha fazlası neden yok diye üzülmüyorum, keyfim çok yerinde hem ne
yokluklar gördük biz, değirmen taşının altından diri çıkmış adamız, elimdekinin
kıymetini bilirim. Pazardan aldığım peynirden bir dilim kestim, tadını merak
ettim, bir parça ağzıma attım. Eh, fiyatına göre fena değil…
Son zamanlarda radyodan bir kanal keşfettim. Yunan müzikleri çalıyor.
Yunan pop müziği… Sabahları insana
müthiş enerji veriyor. Hareketli, eğlenceli, kıpır kıpır... Melodilere
aşinayım. Pek çok şarkının bizde de bir versiyonu olduğunu fark ettim. Anladım
ki bizim uyanık popçular da benim gibi bu kanalları dinleyip dinleyip araklıyorlar.
Bizimkiler yapar. Ben araklamıyorum sadece dinliyorum.
Bundan beş altı sene evvel Barcelona’ya gitmiş orada Dimitri ve Kostadina
ile tanışmıştım. Beni beş gün evlerinde ağırlamışlar, gezdirmişler
arkadaşlarıyla tanıştırmışlardı. İki ülkenin ortak kaderine dair pek çok şeyi
konuşmuştuk. Onlarda kalırken bana bir
Yunanlı sanatçı dinletmişlerdi. Dimirtri, bu sanatçı için “ geleneksel Yunan
müziğini modern bir yorumla genç kuşağa sevdiren adam,” diye bahsetmişti.
Türkiye’ye döndüğümde de Yunanlı dostlarımla geçirdiğim bu güzel günlerin anısına
arada internetten açıp dinlerdim bu sanatçıyı.
İşte o sabah radyoda aniden bu sanatçı çıkmış, bende de hüzün ve neşe
birbirine karışmıştı. Kahvaltı hazırlamayı bıraktım nasılsa acelem yok, oturma
odasına gittim, radyonun sesini açtım. Kendimi müziğe ve geçmişe bıraktım,
olduğum yerde dans ediyorum. Keyfimin doruğa ulaştığı o sihirli anda işte olan
oldu.
Apartmanın alt katlarından birinden bir matkap sesi gelmeye başladı. “Bu
ne şimdi?” dedim. Ses gittikçe artıyordu, müziği bastırmaya başladı. Bütün
keyfimin içine etmişti. Tam sevdiğim adamın sevdiğim bir şarkısı çıkmışken oldu
mu şimdi bu. Hay Allah! Neyse geçer inşallah. Ama ne mümkün geçmek bilmiyor,
üstelik şiddetini daha da arttırıyor. Artık müzik duyulmaz oldu, radyonun
sesini açtım, sonra pes etim kapattım. İğrenç küfürlerimizden bir ağız dolusu
savurarak pencereye çıktım. Aşağılara bakmaya başladım. Sesin geldiği daireyi
anlamaya çalışıyordum. Giriş katta bir atölye ve matbaa var, onlardan birinden
geliyor eminim. Matkapla bunların işi olur. Gürültü gittikçe artmaya başladı. Matkap demire ya da kolona denk gelmiş olmalı
ki acı acı ses çıkarmaya başladı. Duvarı değil beynimi deliyor sanki. “ Bir
pazarımız var, bu ne gürültü” diye bağıracağım ama günlerden pazar değil.
Komşu hakkı Tanrı hakkıdır derler ama iyi niyetin de bir sonu, bir sınırı
var. Pencereye çıktım gürültünün geldiği yeri anlamaya çalışıyordum. Büyük ihtimal sağdaki atölyeden geliyor ama
kimseler ortada yok. Bir çıksalar iki laf edeceğim ama çıkmıyorlar. Sonra sokaktan geleni geçeni kesmeye
başladım. Acaba yukarı bakarlar mı? Bakarlarsa,
“ ya birader nereden geliyor o ses, şu dükkândan mı? Söyleyiver de kessinler
şunu.” demek istiyordum. Sokaktan geçenler tabi ki kafalarını kaldırıp bana
bakmıyorlar, neden baksınlar ki? Bu arada şarkı güme gitti. Sabırla ve sinirle
bekliyordum. “Ya bu böyle akşama kadar devam ederse, şimdi bu temmuz sıcağında
dışarı mı çıkılır?” Bu arada İstanbul’da yaşamı bir kez daha sorguladım.
Ben pencereye demir atmış aşağı bakarken iki kat hizamdaki pencereden bir
kafa uzandı ve sağa doğru baktı, adamın sağrısından ikinci bir kafa daha uzandı,
aynı pencereye sıkıştılar ve birlikte sağa baktılar, sonra ikinci kafa içeri
girdi, ilki bakmaya devam etti. Anlaşılan onlar da gürültüden rahatsız
olmuşlardı ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorlardı. Bu durumdan
iyice cesaret aldım ve aşağıdaki kafaya bağırmaya başladım. “ Ne oluyor ya,
apartmanı mı yıkıyor bunlar?” tam aşağımdaki kafa ilkin anlamadı, ben bağırmaya
devam ettim. Kafayı taşıyan gövde yavaş yavaş burkuldu. Kırkına yaklaşmış, uzun
saçlarını arkadan bağlamış, top sakallı bir yüzle göz göze geldik. Ben devam
ettim bağırmaya , “ Ne oluyor ya bu ne, apartmanı mı yıkıyor bunlar?” Adam
mahcup, gülümseyerek, “ kombi taktırıyoruz da”
dedi. Eyvah! Çok pis ofsayta düşmüştüm! Daha da rezili, mutfakta
keserken ağzıma attığım peynir ağzımdaymış hala. Ben iki alt komşuma yok yere
bağırırken geviş getirdiğim peynir parçalarından birkaçı birkaç damla tükürükle
gittikçe büyüyen bir nesne halinde canım komşumun yüzüne
gözüne düştü. Komşum korunmak için gözlerini kırpıştırdı, sonra eliyle alnını
şöyle bir temizledi. İyice utandım. “ Ya pardon kusura bakma,” dedim, “ben o dükkândan
geliyor zannettim.” Bunları derken ağzımdaki lanet peynirlerden birkaçı birkaç
damla tükürük eşliğinde adamın suratına yine süzüle süzüle düşmeye başladı.
Hass... yine düşüyor dedim. Adama değil düşen tükürüklü peynirlere bakıyordum.
Adamın yüzünde aynı mahcup gülümseme bozuntuya vermiyor, düşen şeylerden
korunmak için gözlerini kırpıştırıyor; fakat nafile kurtulamıyor, sonra eliyle
yine yüzüne gözüne düşen parçaları temizliyordu. Ben iyice utanmıştım. Durumu
nasıl kurtaracağımı bilemiyordum. “ Ee ne kadar sürecek” dedim, bu sefer konuşurken ağzımı kapattım. “Komşum
bir iki delik daha deleceğiz” dedi. Ben de “ha oyle mi, tamam tamam”
dedim, İçeri kaçtım. Utançtan kıpkırmızı
olmuştum. Allah’ım inşallah apartmanda mapartmanda bir daha karşılaşmayız diye
dua ettim, sonra katıla katıla gülmeye başladım.
Tolga Çetinkaya
08.07.2018
Yeldeğirmeni
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder