Yalnızlık hissinin zaman zaman üstüme
çöktüğünü düşünüyorum. Aslında bu hissi doğru adlandırdığımdan da pek emin
değilim. Her sabah aynı telaş içerisinde hazırlanıp işe gidiyorum. Ardından
yavaş yavaş akan zaman eşliğinde rutin işlerimi tamamlıyorum. Çay, öğle yemeği, kahve derken saatime bakıyorum, mesai bitiyor.
Sırada ev işleri beni bekliyor ama ben her zamanki gibi eve eşyalarımı bırakıp,
üstümü değiştirip doğruca mahalleye atıyorum kendimi. Yolda yürürken mahalledeki esnaflara selam
veriyorum. Mahalleli olmak diye bir söz vardır. İstanbul’da bunu bulmak çok
zor. Bulabilenler ise azdır. Bir an kendi kendime “çok şanslıyım yaa“ diyerek
mahalleli mutluluğu suratımda sırıtarak yürümeye devam ediyorum. Arkadaşlarımı görüp hemen yanlarına
oturuyorum. Keyifli bir sade türk
kahvesi içme zamanı. Sipariş veriyorum hızlıca. Arkadaşlarımla muhabbet ederken
bir yandan saatimi kontrol ediyorum. İçim kıpır kıpır. Çünkü maç’a
gideceğim! Dünyanın en mutlu insanı
olacağım anı sabırsızlıkla bekliyorum. Saat geliyor ve maçtan sonra görüşmek
üzere deyip yanlarından ayrılıyorum.
Yolda ilk maçımdan bu zamana
kadar geçen süreyi değerlendirdim. Nasıl başladım? Neler kaybettim ve neler
kazandım? Koca bir kalp kırıklığı
içerisindeydim. İnsanlara yararımın dokunmasını bırak kendime bir yararım
yokmuş gibi hissediyordum. Dil kursunda tanıştığım ve ilk zamanlarda 2-3 biradan fazla muhabbetimin olmadığı -daha
sonradan fazlaca çok sevdiğim- bir
arkadaşım halime üzülüp kafamı dağıtmam için beni halı sahaya davet etmişti. “Kadın kadına oynuyoruz.” dediği zaman,
yıllarca erkeklerle birlikte top peşinde koşan ben, nasıl şaşırdığımı
anlatamam. Futbol oynayan kadınlar var yani ... Şaşkınlık, mutluluk bir arada
hemen “gelirim tabi.” demiştim. Küçük bir
çocuk gibi heyecanlanıp her maça özenle hazırlanıp, en geç 10 dakika öncesinde
sahada hazır oluyordum. Saray muhafızları gibi kendime görev edinmişim. Daha sonradan farklı bir oluşumda yer almaya
başladım. Karşı Lig. Bu sefer Erkek-Kadın karışık ve bir amaç uğruna
oynuyoruz. Hem eğleniyoruz hem de bir
farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Sorumluluk yüksek. Herkes paylaşımcı ve
birbirine destek oluyor. Gündemdeki konular içimizi karartırken bir şeyler
yapıyor olmak bir nebze de olsa iyi geliyor içimizdeki güzelliklere. Çevremizdekiler de bilinçlendikçe demeyin
keyfimize!
Bu güzelliklerle bir sene
geçmiş. Kazandığım şeyler saymakla
bitmez. Kaybettiğim bir şey olduğunu açıkcası
düşünmüyorum. Şaşırtıcı biçimde sosyal
fobisi olan bir insan olarak ben de paylaşımcı olmaya, insanlarla etkileşime
girmeye başladım. Pek çok arkadaş edindim.
Gerek spor gerek gündelik hayatta hepsi birbirinden yetenekli, her anımı
değerlendirebildiğim, birlikte gülüp, ağladığım, eğlendiğim pek çok değerli
arkadaş.
Çevremizi güzelleştirdiğimiz her
an içimdeki filiz biraz daha yeşeriyor ve koca bir ağaca dönüşüyor. Ama hala neden eve girmek istemediğimi ve eve
girdiğim zaman içime çöken his hissi ne hiç bilmiyorum. Hep bir şey eksik gibi. Ürettikçe, paylaştıkça, sevdikçe, sevildikçe
bir gün cevabını bulacağıma inanıyorum.
A. Pesto
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder