Fahrenayt 451, kütüphanecilik
camiasının futbol takımı. 6.
Sezonuna giren Karşı Lig’de futbol oynuyorlar. Bu yıl “Çocuk Kütüphaneleri İstiyoruz” temalı bir
kampanya yürütüyorlar. Futbol, kütüphanecilik vb konular hakkında konuşalım
istedik. İstanbul Maratonu antrenmanları esnasında Aytaç, Reyhan ve Yaprak ile bir röportaj yaptık.
Röportaj: Kadim
Fahrenayt 451 nasıl bir takım?
Konsepti nedir?
Aytaç: Temeli
kütüphanecilerin oluşturduğu bir takım. Kütüphanecilerle sınırlı kalmayıp biraz
daha yayılan bir takım haline geldi. Dernek faaliyetlerinde, çeşitli yerlerde
kütüphane kurma girişimlerinde ve Gezi parkında temelleri atıldı. Oradaki
arkadaşlarla bir araya gelinmişti. Amacı kütüphanecilik, kütüphanecilerin
sorunlarını dert edinen bir takım. Kütüphanecilere dair bir şeyler yapmaya,
farkındalık yaratmaya, sorunlar varsa - ki var-
meslektaşlarımız arasında bilince çıkarmaya
çalışan bir takım. Kütüphaneciliğin sorunlarına, kütüphaneler üzerine, özlük
hakları olsun, kütüphanelerin eksikliği olsun, çalışma koşulları olsun birçok
şeyi dert edinen bir takım. Bunu yaparken de sporu, futbolu bir oyun olarak
oynayan, sertlikten kaçınan, futbolun oyun olduğunu unutmadan, bir rekabet
ortamında insanların birbirini
kırdığı,
dövdüğü bir ortamda değil, bunu oyun oynayarak yapmaya çalışıyor. Takım olarak
3-4 yıldır Kalamış’ta top oynamaya çalışıyoruz.
Yaprak: Ben başladığımda kütüphaneci abi ve ablalar
kurmuştu takımı. Kütüphanecilerin bir araya gelerek oluşturduğu bir takım ama
takımın içerisinde sadece kütüphaneciler yok. Bir çok alandan arkadaş mevcut.
Her birimiz bir arkadaşımızı ya da tanıdığımızı alıp geliyoruz. Konsept, kitap
, kütüphane, oyun, futbol.
Ne zamandan beri oynuyorsun?
Aytaç: 2015’ten beri oynuyorum, Kalamış’a gelip
gidiyoruz.
Yaprak: Yaklaşık
2 senedir.
Peki Takım ile Fahrenheit
451 romanı arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Aytaç: Fahrenheit
451 romanını okuyanlar bilir, kitaptan
biraz bahsedersek; orada kitapların kesinlikle olmaması, görüldüğü yerde
ortadan kaldırılmasını anlatan distopik bir roman. Bizde ordan esinlendik,
kitapların bu kadar tehlikeli olduğu bir roman bizim için bir esin kaynağı
oldu. Bizim işimiz de kitaplar. Direk oradan esinlendik. Umarım güzel bir esin
olur. Takımın adını da öyle koyduk.
Kütüphanecilik, kitap
okuma gibi şeyleri kütüphanecilik camiası dışında da işliyorsunuz ?
Aytaç: Kütüphaneciler temelinde ama öyle kalmadı. Şimdi takımda
kütüphaneci olmayan birçok insan var. Sadece oynamakla değil, yaptığımız şeyleri
farklı mecralarda yaymaya, insanlara ulaştırmaya çalışıyoruz. Kendi dar
çevremizde kalmayıp gücümüz yettiği kadar toplumun tüm katmanlarına yaymaya
çalışıyoruz. Ne kadar yapabildiğimiz ayrı bir konu ama kütüphanecilik sadece kütüphanecilerin
konuşabileceği bir şey değil. Kütüphanecilik toplumun tümü için konuşulabilecek
bir şey. Bunu yapmaya çalışıyoruz,
olabildiği kadar.
Daha önce futbol
oynuyor muydun?
Aytaç: Her çocuk
kadar ben de oynuyordum ama çok profesyonel anlamda değil, sokakta yuvarlanan
topa tekme vurmak hepimiz gibi benim de yaptığım şeylerdendi. Bu anlamda
oynuyorduk, herkesten daha fazla değil.
Yaprak: Daha önce
oynuyordum futbol ama BESYO’da okuduğum için arada oynuyordum. Orda amatör
oynuyorduk. Ama profesyonel değildik.
Fahrenayt 451 profesyonel
bir takım mı?
Yaprak: Profesyonel
değil ama kendi içimizde kendimizi profesyonel görüyoruz. Kendimizi iyi
görüyoruz.
Takım bir sürekliliği
gerektiriyor, bir takımda olmak nasıl
bir duygu?
Aytaç: Takım
olduğun zaman sokakta yapılan maçlardan daha farklı, daha sistematik oluyorsun.
Adı oluyor takımın, bir forması oluyor. Tam bir aidiyet oluşturuyor. Sokaktaki
maçlardan biraz daha farklı. İnsanda ufaktan bir heyecan yaratıyor. Rekabet
anlamında değil, birlikte bir şey yaptığın insanlar var. Takım olmak, takım
arkadaşlarının olduğunu bilmek heyecan yaratıyor.
Yaprak: Güzel bir
duygu çünkü bireysel olarak yaptığım şeyler beni sıksa da takım olarak yaptığım
şeyler daha çok motive ediyor. Geldiğim de orada güzel iletişim kurduğum güzel
zaman geçirdiğim insanlar var ve ben takımımı seviyorum mesela. Takımımı
sevdiğim için de daha fazla gelmek istiyorum.
Eğitici bir yanı mı var?
Yaprak: Eğitici
bir yanı var. Paylaşım. Bir şeyler paylaşıyorsun, herkesten bir şeyler
öğreniyorsun. Arada bir arkadaşlarımız kitap değiş tokuşu yapıyor, bunlar
tamamen eğitici oluyor.
Peki futbol oynarken
ne hissediyorsun?
Aytaç: Fahrenayt’tan
önce oynadığım futbolda tek gaye yenmek, bunun için uğraşıyorsun ama şimdi
oynarken güzel şeyler, güzel vakit geçirmek, yenmek de güzel yenilmek de o kadar önemli değil.
Sahada kimse birbirine zarar vermesin, kötü gözle bakmasın, böyle bir maçı
tamamlayıp dağılalım istiyoruz.
Yaprak: Ben
futbol oynarken mutlu hissediyorum. Biraz daha özgür hissediyorum kendimi. O
topa yönelirken, ya da insanlarla iletişim kurarken, aramda bir bağ oluyor.
Top ayağına değdiğinde
ne hissediyorsun?
Yaprak: İlk başta
çok heyecanlanıyorum acaba nereye atsam diye şaşırıyorum ama sonra takım
arkadaşlarımla paslaşıyorum. Amaç takım arkadaşlarımla eğlenmek, bu yenmekten
daha güzel bir duygu. Takımımda kazanmak temel gaye değil. Ben böyle gördüm.
Zamanla daha iyi futbol oynamaya çalışacağız.
Oyun içindeyden, oyun
anında ne hissediyorsun?
Aytaç:
Eğlendiğimi ve keyif aldığımı hissediyorum, izleyenler farkedebilir, bayağı
fark yediğimiz zaman bile eğlendiğimizi hissedebiliyoruz. Tabi ki gol atmanın
heyecanı ayrı bir şey, atılmadığı zamanda çok kötü bir şey değil.
Karma bir Lig’de ve takımda
oynamanın zorlukları var mı?
Yaprak: İlk
başlarda zor geliyor. Çünkü erkekler kendi aralarında oynadığında çok sert
oynanan çok sert müdahaleleri olan bir spor. İlk başta erkeklerle nasıl
oynayacağım çok sık bir müdahale mi var acaba çok sert şutlar var mı? Ama şu an
bir süre oynadıktan sonra bunun zor olmadığını görüyorsun,oynayabiliyorsun
kadın olarak da.
Genel bir kanı var
kadınlar futbol oynayamaz diye, gerçekten kadınlar futbol oynayamazlar mı?
Aytaç: Oynamaması
için bir sebep yok. Sadece kültürel olarak bir engel var. Kültürel olarak
kadınların futbol oynayamayacağı yerleştirilmiş fakat burada gördüğümüz
kadarıyla kadınlar futbol oynuyor. Hatta yani standart olarak belirlenen erkek
oyunu kadar güzel oynayan kadınlar var. İzlediğimiz şey bizi bir cevap bulmaya
yöneltiyor. Kadınlar gayet futbol oynuyor.
Yaprak: Aslında
futbol oynayabilir. Çünkü kadınların motor becerileri daha fazla gelişmiş,
futbol da biraz daha bununla alakalı bence. Topu kontrol edebilmek onu
başkasıyla paylaşabilmek. Orada bir paylaşım var. Kadınlar topa daha fazla
hakim olabilir aslında daha fazla topla ilerleyebilir.
Bu genel kanıya karşı
bir hareket mi Fahrenayt451, Karşı Lig?
Yaprak: Evet,
genel kanıya karşı. İnsanların benimsediği düşüncelere karşı biraz daha yıkmak,
kadınların da futbol oynayabileceğini, kadın erkek birlikte futbol
oynanabileceğini göstermek, bunu daha da çok hem bilimsel olarak hem de
kültürel olarak yaymak için de kullanabiliyoruz.
Bu yıl Fahrenayt 451’in
teması “Çocuk kütüphaneleri istiyoruz.” Neden böyle bir şeye gereksinim
duydunuz?
Yaprak: Çünkü İstanbul’un
birçok yerinde çocuk kütüphanelerine rastlayamıyoruz. Yok gerçekten. Olan
birkaç kütüphane var. Mesela Üsküdar’da bir tane çocuk kütüphanesi var, ama yeterli
değil. Birçok çocuğun faydalanabileceği bir yer yok. Bazen sadece tabelalar
var. Çocuklar okula gittikten sonra 3’de okuldan çıkıyorsa 5-6 ya kadar zaman
geçirebileceği bir yer olması lazım. Çocuk kütüphanelerine bu nedenle çok fazla
ihtiyaç var. Hem çocuklar için hem de bu alanda çalışan insanlar ya da okuyan
insanlar için gereksinim duyuyoruz.
Aytaç: Çocukların
en büyük gereksinimlerinden biri oyun. Çocuk kütüphaneleri çocukların oyun
oynayabileceği tek alan değil tabii ki ama oyun oynarken eğitici metaryalleri
de görebileceği kütüphaneye gereksinim var. Aslında görmek bile başlı başına
bir şey. Gördüğü şeyi bir sonrakinde isteyebilir. Orada oyun oynarken kitapları
görmek çocuğun sonraki hayatı için belirleyici olabilir. Kütüphanelerin bu
açıdan önemi olduğunu düşünüyorum, bu yüzden çocuk kütüphanelerini değerli buluyorum.
Reyhan: Çocuklar
açısından değerlendirdiğimizde görmek dediğimiz olay aslında. Çocuk zaten her
zaman görerek bir şeyleri öğreniyor. İlk ailede başlıyor bu durum diyoruz.
Herkesin evinde bir kütüphane yok. Kaçımızın ailesi kitap okuyordu? Kendim için
baktığımda okuldaki, sınıftaki dolaptan ibaret kütüphaneleri saymıyorum. O
zaman zaten bir kütüphane kitaplık bilinci olmuyor ama baktığımızda bunu en
gerçek haliyle üniversitede görüyoruz. Bir çocuk için üniversiteye imkanı varsa
orada tanışmış oluyor ve bu da çok geç bir tanışma oluyor ne yazık ki.
Öğrencilerin çoğu kütüphanelerin hangi amaç için var olduğunu ya da kütüphaneyi
hangi amaçla kullanacağını bilmiyor. Kullanmıyor da zaten, ders almak için
kullanılan bir alan olarak görüyor. Böyle olunca da sorunun en temelinden
başlamak gerekiyor. Toplum okumuyorsa böyle bir bilinç eksikliği varsa
çocuklara ulaşmak gerekiyor. Bunun için de görmek ile başlıyor ise bu olay
etrafta zaten doğru düzgün kütüphane yok. Mesela ben kadın kütüphanesi
çalışmıştım yüksek lisans tezimde, o zaman TÜİK verilerine göre Türkiye’de 29
bin kütüphane vardı. Bu veriler eminim, dolap kütüphane olarak tanımladığım
ilkokul, ortaokul kitaplıklarını da içeriyor. Ama dediğim gibi bunlar kütüphane
değil. Bu mantıkla da bir çocuğun etrafında gördüğü yolda yürürken “burası ne?”
diyebileceği, “Burası çocuk kütüphanesi, hadi gidip bakalım mı, okumak ister
misin bak bunlar çocuk kitapları…” Bu tanışmanın erken yaşlarda olması
gerektiğini düşünüyorum, bu nedenle de bu projeyi destekliyorum.
“Çocuk kütüphaneleri istiyoruz” çalışması
bağlamında 40. İstanbul Maraton’unda “çocuk kütüphaneleri için koşuyoruz”
kampanyası başladı. Kampanyanın bu aşamasına neden ihtiyaç duyuldu?
Aytaç: Sonuçta
çocuk kütüphaneleri toplumun gündeminde olan bir şey değil. Çok az insan buna
kafa yoruyordur. Bunu toplumsallaştırmanın, farkındalık yaratmanın bir yolu olması
lazım. Yakın zamanda bir maraton olduğu için birçok sivil toplum örgütü çeşitli
amaçlarla buraya katıldığı için biz de neden katılmayalım? dedik. Aslında
kütüphane ve koşmak doğrudan bir araya gelecek bir şey değil ama bir araç
olarak üzerine çalıştığımız şeyi
başkalarına duyurmak belki bir kişi bile bize katılırsa diye bir ortam, bir
mecra olarak katılıyoruz.
Reyhan: Koşanlar
için genelde şu soru sorulur “neden koşuyorsunuz? ” Baktığında her şeye sebep
arayan milletiz ya niye koşuyorsun? Sana bunun katkısı ne? Koşmak sıkıcı değil
mi? Buna illa bir sebep gerekiyorsa, bir zemine oturtmak gerekiyorsa güzel bir
amaç için koşalım, bir farkındalık yaratalım ve sesimizi buradan duyurmaya
başlayalım diye aslında maratonu seçtik. Başka bir platform olsaydı yakın
zamanda sesimizi duyurabileceğimiz, kampanyayı buradan da başlatabilirdik. Ama
maraton bunun için güzel, çünkü birçok insanın ilgisini çekiyor. Mesela halk
koşusu. Köprünün trafiğe açılması birçok insanın orada vakit geçirme isteğiyle
buluşuyor ve sırf köprüde olmak için bir sürü insan oraya geliyor. Bizim de
böyle bir amacımız var, bir şey yapmak istiyoruz ve bunu duyurmamız gerekiyor.
Bu nedenle maratonu güzel bir başlangıç olarak düşündük.
Yaprak: Bizim
çevremizdeki birçok insan bunu biliyor. Ulaşabildiğimiz herkese ulaşıyor ve
bunu anlatıyoruz ama bunun yetersiz olduğunu gördük. Daha geniş bir kitleye
yaymak için halk koşusunu seçtik çünkü her kesimden insan var, çocuk var, genç
var yaşlı var. Biz de bunu bir fırsat olarak değerlendiriyoruz, orada daha çok
insana ulaşabiliriz. Bir kişi bir kişidir. Her birimiz bir kişiye ulaşırsak, on
kişi yirmi kişi… Daha da fazla kişiye sesimizi duyurabiliriz.
“Çocuk kütüphaneleri istiyoruz” kampanyası
dahilinde şu ana kadar neler yaptınız?
Yaprak:
Yaptığımız şeyleri çevremize duyurduk. Mesela koşuya katıldığımızı insanlara
bunu sosyal medyadan yayıyoruz. Onlar da bilinçlensin diye yaptıklarımızı
duyurmaya çalışıyoruz.
Reyhan: Aslında
şu an daha çok yolun başındayız. Çok fazla sayabileceğimiz şunu yaptık bunu
yaptık diyebileceğimiz bir şeyler yok. Şu ana kadar konuştuğumuz şeyler hepsi
birbiriyle bağlantılı. Ortada bir bilinç yok. O yüzden de insanlara biz şunu
istiyoruz bunu istiyoruz diyemiyoruz. O yüzden küçük adımlarla başlıyoruz. Bu
koşu başlangıcı olacak belki duyurum için. Şimdi küçük küçük şeyler yapıyoruz.
Mesela bu sabah koştuk. Onu çeşitli platformlarda paylaşıyoruz. Biz hazırız
koşacağız. Ya da halk koşusu için kayıtları almaya çalışıyoruz, insanlar da
bize katılsın diye. Şu an aslında daha çok maratona odaklanmış durumdayız.
Sonrasında da kütüphaneler için neler yapılabilir, kitap toplama aşamaları, kim
buna destek verir? Hangi belediyeler? Alan çalışması yapmayı düşünüyoruz
mesela, insanlarla görüşüp bu düşünceleri röportaj bazında, onlar nasıl
bakıyorlar, biz istiyoruz ama sadece bizim istememizle olmuyor dediğim gibi…
Aileler, belediyeler, başka kurumlar
diyoruz mesela , bu semtte insanların böyle bir şeye ihtiyacı var mı?
Bunun için de daha çok soyuttan çıkıp da somut şeylere ihtiyacımız var.
Anketler, röportajlar, alan araştırmalarıyla en azından bir dosya oluşturup
belediyeler ya da şirketler ile ne yapabiliriz bakmak istiyoruz. Aslında Türkiye’de
sivil toplum gerçeği yok, hep söylüyoruz ama böyle bir ekonomik durum işin
içine girince devletten bağımsız bir kurum benim bildiğim yok…
Aytaç: Aslında şu
anda çok görece yeni bir fikir. Somut olarak yapacağımız ilk şey maraton
olarak. Dolayısıyla bu maratona niye katılıyoruz insanlara anlatmaya çalıştık.
Neden böyle bir şey yapıyoruz? Neden çocuk kütüphaneleri? Bir çocuk kütüphanesi
ne için gereklidir? Bir insan durup dururken neden böyle bir şeye kafa yorar
mesela. Bunları gerekçelendirmeye çalıştık, bir şeyler yazdık paylaştık,
insanlara ulaşmaya çalıştık. 10K koşulacağı için halk koşusunun yanında, bunun
hazırlık aşamaları oldu. Buna dair görselleri sosyal medya platfromlarında
paylaştık, insanların ilgisini
çekebilmek adına. Şu an koşuya odaklanmış durumdayız. Koşudan sonra da işi
somutlaştıracağız. Burada çocuk kütüphaneleri neden gereklidir? diyerek bir
kamuoyu oluşturmaya çalışıyoruz daha sonrasında da aslında bu oluşmuş durumu
somutlaştıracağız. Yani gerçekten somut olarak çocuk kütüphaneleri olmasını
istiyoruz. Son kertede çocuk kütüphanesi ortaya konulacak. İlla bir çocuk
kütüphanesi olmadığı yerde bile insanlarda bu bilinci oluşturmak önemli diye
düşünüyorum. Bir kişi bile çocuk kütüphanesi düşünmüyorken on kişinin çocuk
kütüphanesi düşünmesi başlı başına bir şey. Kütüphaneler kuramasak da kendimizi
başarısız olarak addetmeyeceğiz.
Reyhan: “Çocuk
kütüphanesi istiyoruz” diyoruz. Biz bunu neden istiyoruz? Bunu ortaya koymak
gerekiyor. Eğer böyle bir gereklilik
varsa ihtiyaç olunan çocuk kütüphanesinde somutlaşması gerekiyor. Dediğim gibi bunu da yapabilmek için, çoğunluğun
ihtiyacı olduğu mesajını yaymamız gerekiyor. Ne kadar çok kişiye ulaşırsak
bilinç açısından farkındalık yaratmış olacağız, hem de kampanya daha da
yükselecek insanları ikna etme bazında. Çünkü şu durumda senin benim onun
istemesi bu üçgenin dışına çıkmayacak belki ama sesimizi duyurdukça diğer
insanlar da bunu düşünmeye başlayınca, evet bizim böyle bir ihtiyacımız var
diyecekler. Ya da x kişinin çocuğu var şimdiye kadar çocuk kitabı veya
kütüphanesi üzerine hiç düşünmemiş, ama bunu duyup görüp sosyal medyada gördüğü
ufak bir şeyden etkilenmesi onu çevresi ile paylaşması… Bu şekilde büyüyecek
diye düşünüyorum.
Yaprak: Belediyeler
ile işbirliği içerisinde her mahalleye bir çocuk kütüphanesi neden düşünmeyelim
ki. Maraton bunun ön ayağı olacak, sonrasında da değerlendireceğiz.
4 Kasım 2018
Kalamış